AHMET HAMDİ TANPINAR
(Beni kendi kutbumda yalnız bırakma)
1901 yılında doğan Türk Edebiyatının gelmiş geçmiş en etkili romancılarından birisi olan akademisyen yazar; Lise öğrenimini Konya Lisesi‘nde tamamladıktan sonra 1923 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Liselerde ve yüksek okullarda çeşitli dersler okuttu. 1939 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı profesörlüğüne atandı. 1942-1946 yılları arasında Maraş Milletvekili olarak görev yaptı. Bir süre Milli Eğitim müfettişliği yaptıktan sonra 1949 yılında Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeki görevine döndü.
Gençlik yıllarında Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in talebesi ve dostu olmuş, Batı edebiyatından Paul Valery ile Marcel Proust’u kendisine üstad olarak seçmiştir. Bu yazarlar edebiyatta güzellik ve mükemmeliyete ön planda yer verirler. Onlara göre edebiyat, tıpkı resim ve musiki gibi “güzel sanat”tır. Onlardan farkı, boya ve ses yerine, insanı ve hayatı anlatmada bu iki vasıtadan çok daha zengin olan dili kullanmasıdır.
Tanpınar şiiri hayatının en büyük ihtirası haline getirmiş, fakat asıl kabiliyetini şiir estetiğine göre yazdığı mensur eserlerde göstermiştir. İlk şiiri 1920’de yayımlanmıştır. Geniş okuyucu kitlesi onu umumiyetle lise kitaplarına ve antolojilere giren “Bursa’da Zaman” şiiri ile tanır. Altmış kadar şiirinden ancak otuz yedisi ile tek şiir kitabını ölümüne yakın çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976). Şiirlerinde bir imaj ve müzik kaygısı taşıdığı, hikâye ve romanlarında da, başta zaman teması olmak üzere, psikolojik anları, bilinçaltını aradığı, yansıttığı görülür.
Ahmet Hamdi Tanpınar; “Huzur,” “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ve “Beş Şehir” adlı romanlarıyla geçte olsa ülke çapında üne kavuşmuştur. 61 yıl süren hayatında hiç evlenmemiş, hayatın sillesini derinden yemiş kadınlara duyduğu platonik aşklarla, aşkın en zor olanını yüreğinde taşımıştır ömür boyunca. Yazdığı romanlarda bu kadınların etkisi görülmektedir. Hatta evli bir kadına olan aşkını benliğine ve kişiliğine yediremeyen yazar intihara kalkışmış ve ölümden dönmüştür. Bu sebeple ağır hasta olarak hastanede yattığı bir dönemde dostu Ahmet Kutsi Tecer’e yazdığı bir mektubunda “Ben bu aşkı yaşamasaydım, bu sıkıntıyı çekmeseydim huzur’u yazamazdım” diyerek ruh halini anlatmıştır. İşte Huzur romanındaki Nuran, âşık olduğu bu evli kadındır.
Anlatılana göre yaşadığı platonik aşklardan bunalan ve artık evliliği düşünen yazara arkadaşı Nurullah Ataç bu konuda yardımcı olmak ister ve akrabası olan birkaç kadınla görüştürür. Tanışma ve konuşma sonrası Ataç arkadaşını düşünceli bir halde bulur ve görüşmenin verimli geçip geçmediğini merak ederek sorar. Yazarımız şu sözlerle cevap verir: “Akraban hanımları çok beğendim, ikisi de gerçekten birer hanımefendi… Ama ben bu denli ağır başlı hanımlardan hoşlanmam… Benim evleneceğim kadın biraz oynak halli olmalı.”
Sanırım yazarımız yüreğindeki bu buhranla yalnız yaşamayı ve aşkı derinlere gömmeyi daha uygun bulduğundan böyle bir cevap vermiş ve evlenmekten vazgeçmiştir. Eğer evli olsaydı belki de bu denli etkili bir kaleme sahip olamayacaktı.
Yine bir şair dostuna yazdığı mektubunda “Şiiri biliyorum ama yazmayı pek beceremiyorum” demiştir. Oysa yazarımız yazdığı çok az şiirle de Türk şiirine yön vermeyi başarmıştır. Yazarın yıllar önce okuduğum bir yazı demetinde karşıma çıkan bir kelime o günden beri aklından hiç çıkmamış, ruh halimi yansıtan bir sarılışın özü olarak esinlenmişimdir. Şöyle diyordu o kısa cümle de yazar: ”Beni kendi kutbumda yalnız bırakma…”
Hayatı boyunca sağlığından şikâyetçi olan Tanpınar, 23 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp krizi ile Haseki Hastanesi’ne kaldırıldı. Ertesi sabah, ikinci bir krizle hayata veda etti. Namazı Süleymaniye Camii’nde kılınan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın cenazesi Rumeli Hisarı Kabristanı’nda, hocası ve dostu Yahya Kemal’in yanı başına defnedildi. Mezartaşı üzerinde çok bilinen şiirinin iki mısrası hakkedilmiştir: “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında.”