Bu hayatın belki de en hafifini yaşarlar. Bugün bulduğunu yarına bırakmaz, yarının vereceğini bugünden beklemezler.
Şarkılarıyla, danslarıyla, giyimleriyle şenlik edasında bir renktir çingeneler. Ben de bu defa hiç korkmadan onların içine girdim araştırdım ve o güzel insanları yazdım.Dünyanın rengi de diyebiliriz onlara. Gülmeleriyle ortalığı çınlatan, melodilerini söylerken kendilerinden geçerler ve bu işi gerçekten severek yaparlar. Kavgalarında bile bir arkadaşlık vardır. Yürekleri kocamandır, içlerine girdiğin zaman seni kendilerinden gibi sayarlar. Başlarlar anlatmaya öyle güzel bir şiveyle konuşurlar ki siz gülesiniz mi, ciddi mi durasınız bilemezsiniz.
Aşkları bile bağırışlı çağırışlı yaşarlar. Ben bir olayı direkt onların ağzından dinledim. Bir sevgili diğerine kızdı mı, kızan eğer kız ise erkek olan peşinden sabahlara kadar dolaşır. Kız “çekilesin peşimden kokarca gibi kokarsın” diyerek gülümseten cümlelerle başından def eder sevgiliyi tabi biz gülüyoruz bunlara onların oralarda çok gönül kırıcı kelime sayılıyor bunlar. Erkek en sonunda pes eder “bana bak giderim bizim Mualla’nın kızına bilesin” deyip kıza göz dağı verir. Kız kıskanır ama yağını vermez “gitmezsen erkek değilsin be, git benden de selam söyle benim saçımın telinin kırpıntısı olamaz o kız anasının daniskası” deyiverir. Onların aşkı, kavgaları bile özünde şenlikli geçer.
Sordum nasıl karşılıyor sizi insanlar yaşadığınız zorluklar neler. Tek bir nokta dikkatimi çekti. “Abla burada tek bir okul var bizleri alan, isteriz gidelim başka okullara ama almazlar kapçıklar” üzüldüm tabi ki de ama elimden bir şey gelmediği için fazla irdelemedim. Çok güldüm o gün, o kadar şenler ki eğer üzüntünüz varsa mutlaka bir Çingene mahallesine gidin. Tabi tanıdık varsa oraları bilen, oralarda tanınan biri ile gezmeniz daha mantıklı.
Düğünleri bir şölen gibi oluyor, rengarenk elbiseler içinde 3 yaşından 70 yaşına kadar herkes oyuncu, bir roman oynuyorlar aklınız almaz. Ama ortaya isimle çağırılıyorlar bilmem kimin anası ile gelini şeklinde oluyor. Sünnet düğünlerinde sünnet çocuğu tahta bindirilip kapı kapı dolaştırılıyor. Eğer biraz zenginse düğünü yapan takılan altınları hiç söylemiyorum bile. Düğüne katılanların kıyafetleri görülmeye değer. Allı pullu şakır şakır parlıyor, gecenin karanlığına resmen ışık oluyorlar. Düğünler sokakta oluyor, oturma yerleri iki sandalye arası tahta, Çalgılar ince çalgı denen klarnet, darbuka ve altı tencere misali yuvarlak, üzeri telli olan cümbüş adı verilen çalgıdan oluşuyor. Ama öyle güzel çıkıyor ki sesi, biraz benim gibi oynamayı seven biri asla yerinde duramaz. Sabahtan mevlid okutuluyor, akşam dans, içki akıp gidiyor. Düğünler üç gün üç gece sürüyor, bir gece sadece erkeklere yapılıyor damadın arkadaşları ve akrabalarına, kesinlikle kadınlar giremiyor dansözler oynatılıyor, masalar kuruluyor yemekler, içkiler seriliyor her kes gönlünce eğleniyor.
Kadınların egemenliği yok ama kadınların da erkekleri taktığı yok. Evler çok renkli sabahtan akşama kadar sarı, kırmızı, mavi, pembe, yeşil ile boyanmış evlerinin önünde oturuyor kadınlar. Kim ne yemek yapacaksa sokağa çıkartıyor küçük tüp eşliğinde pişiriyorlar. Sakızları olmazsa olmazlarından her bir kadının ağzında sakızı günü bitirene kadar çiğniyorlar. El işi filan yok, diyorum ya sohbet ederek gün boyu kavga ederek yaşıyorlar. Günlük elbiseleri bile çiçekli kıpır kıpır insanın bir an giyesi geliyor. Şalvarları, etekleri birer moda harikası gibi.
Çocuklar çıplak ayaklarıyla sokakta dolaşıyor, yüzleri, elleri kararmış yıkanmak için akşamı bekliyorlar. Yüzlerinde kocaman gülümsemeleriyle dişleri dökülmüş kadınlar, saçlarında kocaman karanfillerden tokaları size misafirperverlik sunuyorlar. Onları görünce hayatın umursamazlığını hissediyorsunuz kalbinizde. Sanki dertten arınmış, huzurlu bir yaşam gibi geliyor. Aslında bir çok sorunları var, ezilmişliğin ve dışlanmışlığın gölgesinde yaşıyorlar. Size sadece hiçbir derdi dert etmeyen kısmı cazip geliyor.
İçlerine girdiğiniz zaman başka bir dünya gibi geliyor, gerçekten de öyle başka bir hayat başka bir yaşam, siz de kendinizi yargılıyor ve analiz ediyorsunuz. Umudun beslediği yaşam onların ki, ve sizde bu yaşamın ucundan kendiniz için olanı tutuyorsunuz.
Daha fazla yazmak isterdim, ancak bana bu kadarı izin verildi. Ancak şunu söyleyebilirim, onlar dışarıda gördüğümüz birçok insandan daha insan, daha verimkar, daha dostlar.
Romanlar işte, her biri başlı başına 100-150 sayfalık birer roman…
Benden şimdilik bu kadar, başka hayatlar da buluşmak dileğiyle.