Çocuk her yerde, her çağda, her millette ve hangi renkte, nerde olursa olsun çocuktur. Hep diyoruz ya eskiden ne güzeldi her şey diye, çocukluk güzeldi oysa. Şimdiki çocuklar da ilerde çocukluklarına özlem duyacaklar elbet.
Her çocuğun en sevdiği şey ise oyun tabi. Şimdi çocuklar şanssız galiba biraz çünkü sokaklarda oynuyamıyorlar. Bu yüzdende sokak oyunlarının çoğunu bilmiyorlar. Sabahtan akşama kadar kaygısızca beş taş, dokuz dalya, çizgi, cabe, tod, körebe, istop, yakantop, yaşta değilim toprakta, aç kapıyı bezirgan başı, yağ satarım bal satarım, kutu kutu pense, mendil kapmaca, uzun eşşek, çelik çomak, can yakmaca, tahtaravalli ( Çödürüm çüş
Habem boş diye bir tekerleme de söylenirdi, bir şeyin üstüne tahta koyularak yapılan ilkel bir tahtaravalli ile oynanırken içanadoluda) el ve ayaklardan takılmadan atlama oyunu, bilye (misket) topaç, çember çevirir, yumuşmaca (saklambaç) oynar, çifteli ve tekli ip atlardık o zamanın şanslı çocukları Oynarken söylediğimiz çok güzel tekerleme ve sayışmacalar da vardı. Hafızamı yollayıp hatırladım bazılarını.
İki elimizi belinize koyar, sağa sola kıvrılarak bir oyun oynardık, sözleri anlamsızdı ama unutmamış:
“Aleyke ko
Aleyke ko
Babambi Bambi
Babambi Bambi
Şimika şimika”
Yağ satarım bal satarım oyununun şarkısını hatırlatmama gerek var mı? Neden ustanın kürkü sarıydı acaba?
Sonra biraz tuhaf bir tekerlememiz vardı, Kıbrıs Barış harekatı öncesiydi sanıyorum birazını unuttum:
“Çatla da patla Makaryos
Kıbrıs bizim olacak” diye biterdi.
Bir de ülkeler için söylenen tekerleme vardı:
“Bir iki üçler yaşasın Türkler
Dört beş altı Romanya battı
Yedi sekiz dokuz Alman domuz
On onbir oniki Ruslar tilki
Onüç ondört onbeş
Yunanistan kalleş
Onaltı onyedi onsekiz
Uzaktır Portekiz” Amaç sayıları öğretmek miydi bilinmez lakin daha barışçıl bir tekerleme oluşamaz mıydı bilmiyorum?
Akşam olunca hele akşam ezanı okununca çil yavrusu gibi dağılırdı oyunlar herkes evine koşar bir yandan da:
” Evi evine
Köyü köyüne
Evi olmayan
Sıçan deliğine” der durduk son anda da “akşam ebesi” der birbirimize vurur dururduk, vurulmadan eve girmek mühimdi çok.
Hem oynar, hem de zaman zaman küserdik. Bir mendil kuruyuncaya değin bile sürmeyen bu küslüklerden zaman zaman pişman olur, hemen bir elimizle işaret parmağınızı orta parmak üstüne koyar küs, diğer elimizin işaret parmağı ile başparmağı birleştirip o şeklinde bir halka yapar, iki eli küstüğümüz arkadaşımıza uzatırdık, arkadaş barışmışsa halkalı parmakları açar, küsmeyi seçmişse diğer çaprazlanmış parmağı düzeltir küsmeye devam ederdi. Bu küslük uzayınca da:
“Küs barış küs barış
Burnun iki karış” derdik küslüğü devam ettirene.
Birbirimizin adıyla söylediğimiz tekerlemeler de şeker tadındaydı:
“Ayşe pabucu yarım
Çık dışarıya oynayalım” bir oyun davetiydi hep.
Fatma Fatma fıydırı verdim
Kaymak taştan kaydırı verdim
Senin adın Fatma
Benim adım Fatma
Adını da koydum kel Fatma” al sana bir küslük nedeni, bu tekerlemeler her isimle söylenirdi.
Hele bir de:
Kalenin kapısını kim kırdı
Kaya kırdı
Kaya kırmaz
Kaya’nın küçük kardeşi Kadir kırdı” diyerek dil pelesengi yapardık.
“Sege nigi sege vigi yogo ruğum” dediğimiz de ise bizi sadece kuşlar anlar sanıyorduk.
Yağmur yağar yağmaz da Arap kızı mutlak camdan bakardı.
Yağmadığı zaman da çocuk çığlıkları dualara dönüşürdü:
“Yağ yağ yağmur
Teknede hamur
Ver Allah’ım ver
Seli sulu yağmur” yağardı yağmur da gerçek.
Daha bilmece, masal, sayışmacalara hiç girmeyim çıkamam.
Şimdiki çocukların önüne döküyoruz plastik oyuncakları tıkıyoruz odalara. Bu zengin sokak kültüründen mahrumlar. Daha evcilik oyunu var ki nasıl anlatayım tadını.
Geçenlerde şimdilerin bir çocuk şarkısını duydum öğretmenlerinden şu meşhur doğum günü ding donguna uyarlamışlar:
Hapy börtday to you
Mandalina suyu
Sütünü içte uyu
Uyumadan yersin yumruğu”
Devam edecek























