Efendim, bir keresinde bir sanatın delisi olan ona ömrünü adayan bir arkadaşımın uzak bir şehirde bir üniversitenin davetine uyarak açtığı sergiye uygun vaktim olduğu için ben de katılmıştım.
Yaptığı sanata aşık bir ömür süren bu arkadaş, kursiyerlerini de eksiksiz her gittiği yere yanında taşıyordu.
Güzel de bir etkinlik olmuştu, güzellikler de yaşamıştık hep beraber, üniversitenin bölüm yetkililerinin çok nazik ve nazaketli ilgililerine de teşekkürler etmiştik biz de.
Ben de o sanata yazdığım bir şiirimi okuyup övgüler almıştım bolca.
Sergi bittiğinde eserler toplanırken taa Eğitim Enstitüsü’nden kırk yıllık dostum olan sanatçı arkadaşıma ‘bir insanın başaracağına inanarak bir şeye bağlanması çok önemli, geldiğin noktada bunu görüyor, kutluyorum seni. Ama kişinin sadece kendinin inanması yeterli değil, çevresinde ona inananların da olması gerekiyor’ dediğimde, elimi iki eli ile tutup ‘ne kadar haklısın’ demişti.
Öyle tabi herkese gerekli ona inanan destekçilerinin de olması.
Sadede gelirsek; bir eser üretince tanıtmak ve tanınmak ihtiyacı da doğuyor haliyle.
Ancak bunda lütfen ısrarcı ve bıktırıcı olmayalım.
Özelden kitabımı al, şiirimi oku, dergime abone ol, bloğumu beğen, takibine al’ çaba ve ısrarlarını gereksiz buluyorum, beyhude çabalar bunlar.
Eee, tanıtılmasa da eser nasıl çıkacak insan içine? Onlar da haklı mı ne kendilerince? Her üretene bir de tüketen gerek.
‘Askere de leşkere’ de, siyasetçiye de, sanatçı ve sporcuya da, her üretene de “kelle’ gerek.
Yani taraftar, alkışlayıcı, beğenici, okuyucu, eleştirici gerek.
Yine de iki tarafın da dengeyi tutturması gerek.
Ne biliyim bilemiyorum yani.
Yanisi şu; unutmayalım da bunaltmayalım da birbirimizi.
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
30 Ekim 2024























