Bayramın üçüncü günü. Fırsat bildik. Hiç gitmediğimiz kaleye gidelim dedik.
Yol Adana’ya yarım saat uzaklıkta. Ulaşım çok kolay. Otobanın Ceyhan batı çıkışından çıkıyorsunuz. Birkaç kilometre sonra sizi kalenin yol tabelası karşılıyor. Tek aracın çıkabileceği ancak oldukça düzgün bir yoldan kalenin eteğine varıyorsunuz. Orada âtıl denebilecek bir işletme var. Yine de soğuk- sıcak içecek bir şeylere ulaşabileceğiniz fonksiyonel bir yer.
Biz de herkes gibi yamaca tırmanmadan orada soluklandık. Ben yan masada oturan bir başka müşterinin telefon konuşmasına takıldım. Adam diyor ki “Sen de Audi’ye binmek istemez misin? Gel benimle iş yap. Seni zengin edeyim.” Dedim, dolandırıcılar demek böyle oksijeni bol yerlerde çalışıyorlar… İkna edemedi tabi… Biz de içeceklerimiz bitince yamaca yöneldik… Kaleden dönen bir grupla karşılaştık. Yol oldukça sakin…Kaleye çıkarken ahşaptan yapılmış oldukça düzgün merdivenleri kullanıyorsunuz. Merdivenler kaleye varmadan dik yamaçta bitiyor. Ondan sonra keçi yolundan gitmek zorundasınız. Taşlar oldukça kaygan. Ayağımda kaymayan tabanlı bir ayakkabı olduğu için şanslıydım. İyice dikleşen bir yerde iki kişi ile karşılaştık. Onlar da aşağı iniyorlardı. Geçit gibi bir yer olduğu için biri diğerini beklemek zorunda. Zor da olsa yüksek kayadan kendimi yukarı attım. Biz birkaç adım yukarı çıkmıştık ki aşağıdan bir düşme sesi duyduk. Elbette geri döndük. Biraz önce karşılaştığımız çiftten erkek olan yüzünün sağ tarafının üzerine düşmüş. Gözlük bir yana savrulmuş. Baktım yanağında paradan biraz büyük berelenme olmuş. Ciddi bir kanama yok ama belli ki sarsılmış. Çantamda ne varsa çıkardım. Öyle aman aman işe yarayacak şeyler değil ama hiç olmazsa manevi destek. Bir paket peçete, bir küçük şişe su ve krem…Brezilya’dan gelmişler. İspanyolca, İtalyanca ve Portekizce konuşuyorlar. Ama İngilizce bilmiyorlar. Biz onlarla nece anlaştık bilmiyorum. Biraz bekledikten sonra yardım istemediklerini söyledikleri için biz kaleye çıktık… Bazen çok utanıyorum. Yine utandım. Kalenin tepesinde boş şişeler, çöpler bizi nasıl da kötü gösteriyor. Bir de yoğun idrar kokusu… Fazla beklemeden yukarıdan birkaç fotoğraf çekip geri döndük. Çift bıraktığımız yerde bekliyordu. Bir kez daha ambulans isteyip istemediklerini sorduk. Hayır, dediler. Ama bu kez birlikte dönme teklifini kabul ettiler. Aşağı işletmenin oraya geldiğimizde jandarma arabası vardı. Olayı anlattık. Jandarma misafirlerle ilgilendi.
Oradaki işletmeci hemen dert yandı. Buraya saat akşam altıdan sonra çıkmak bunun için yasak. Geçenlerde biri akşam altıdan sonra karanlıkta düştü ve biz AFAD ile zor kurtardık, dedi. Jandarma her akşam gelip kalede kalan olup olmadığını kontrol ediyormuş…
Biz dönüş yoluna geçtik. Benim de aklımda bolca soru kaldı. İnsan kıtalar arası yolculuk yapar da ayağında sandaletle o dik yamaca tırmanır mı? Ambulans onları götürse idi, araçlarını kim gelip alacaktı? Madem dil bilmiyorlar, bundan önce ihtiyaçlarını nasıl karşıladılar?!
























