Dozu sürekli artan KALİTELİ bir KALİTESİZLİKTEN BIKTIK mı yoksa giderek bu durumu kanıksıyor muyuz, bilemiyorum. Sanki denizin dalgalarını hissetmeyen kalın kabuklu deniz hayvanlarına benzedik. Canlı ama hislerini unutmuş, gezegenin bir türü gibiyiz.
Peki günlerin, gecelerin, bulutların, nehirlerin, denizlerin ve dahası içi dışı insan kokan insanların bu kalitesizlikte fark edilmemesi yazık değil mi? İnsanın “zamanın bu döneminde hayatta kimlerle birlikte seyahat ediyorum” gibi bir merakı yok. Hatta İnsanın, insanlığının heybesine, birlikte seyahat ettiği bu yol arkadaşlarından neyi kazanıp koyar gibi bir hevesi de yok. Kuru bir fidana dönüşmüş. Koca bir HIRS ve koca bir SAHİP OLMA egosuyla pişkinleşmiş arsız yeraltı yaratıkları adeta dünyayı istila etmiş gibi. Birilerinin çok kazanma hırsı hep mi birilerinin FUKARALIĞINA çıkar bu dünyada? Hep böyle ise; insan insanın yoksunluğuna ve yoksulluğuna neden bile bile sebep olur ki? Mutsuz insanlar üretmek kolay; adaletin ve gelirin çoğunu ver kendi yoldaşına, kalırsa zırnık koklat garibana fukaraya… “Mutluymuş gibi davranma insan; gerçekten MUTLU OL.” Bunun için de seçimlerine ve o seçimlerinin sonuçlarına CESURCA bak insan,” desem de hergün kendi kendime, sanırım bunu henüz toplum olarak beceremiyoruz. Kocaman bir yetenekle, toplumca topluma yetecek yeterlilikte mutsuzluklar üretiyoruz. Tamam ama mutluluğunun formülünü kendi laboratuvarında bulmuş, kalitesizliği ve arsızlığı normalleştirmeyen insanlar, sisli, puslu mutsuzluğun soğuğunda neden üşüsünler ki? Sebep; gezegende hırsa, hırsızlığa, egoya, sevgisizliğe, merhametsizliğe meydan okumaları mı? Yada mutsuzluk üretenleri, hală DOYURAN tarlaların, bulutların, nehirlerin, denizlerin, şahane varlıklarının bu mutsuzluğun sisinde GÖRÜNMEZ OLUŞU niye?
İNSAN ÖNCE KENDİNE SONRA İNSANA İNSANCA DOKUNMALI bence.
KENDİNE İNSAN OLAMAYAN ne içinde yaşadığı DOĞAYA, ne de içinde yaşadığı TOPLUMA aslında insan da olamıyor bu yolculukta.