Saatin tik taklarıyla eğlenir, yelkovanın adımlarını gözlerdik. Yıllarca sesini ve salınışını belledik. Saatin sesine ve uyarısına alıştık. Öyle ki bazen duymuyorduk, sesleri ve uyarıları.
Bizlere saatin sesi yeri geldi nağme, yeri geldi çile çektirdi. Yıllar geçmesine rağmen, nağmesi de çilesi de bitmedi. Babamın dediği gibi geldiği özelliği değişmedi ve de bozulmadı da.
Yelkovanı katranını döndü. Bıkmadan usanmadan zamanı ayarladı. Aileyi tik taklarıyla uyardı, zamanın geçmeye başladığını alarm çalarak ikaz etti. Böylece düzenli bir zaman anlayışına sahip oldu. Bu anlayışla çalıştın, okulunu başarıyla sürdürdün.
Zamanı belirlerken, tik taklar gemiyi dalgaya, uçağı buluta rağmen limana yönlendirir. Böylece kazasız bir şekilde, son durağa ulaştırır. Onun için duvar saati, “Her işin bitmesi gereken zamanı vardır,” prensibini benimsemiştir.
Duvar saatinin hikâyesi, ailemiz için önemliydi: Şehirde askerdi, büyüğümüz, pazardan aldığı, askerlikle ilgili bir hediyeydi. Büyüğümüz günlerce çektiği tüm zor koşullara rağmen, duvar saatini kırmadan eve götürebilmişti.
Duvar saati, ailemiz için önemli bir ayrıcalıktı. Duvara monte edilecek özellikte yapılmıştı. Saatin çevresi tamamen mobilyadan oluşuyordu. Mobilya parlak ve cilalıydı. Tek kelime antikaydı. Zaten yabancı kökenliydi. Katranı ve salınımıyla tokmağı saate ayrı bir görsellik kazandırıyordu. Mobilyasının içerisinde çok hoş bir bütünlük sağlıyordu.
Saatin tüm aksamı mekanikti. Şimdiki gibi elektronik değildi. Büyüğümüz saati duvara monte ettiğinde, dikkatli kullanmak gerektiğini söylemiş ve tozlanmamasına özen gösterin, demişti.
Annem, ona kadifeden örtü yapmış, katran ve tokmak kısmı açıktı. Buna rağmen tozlanıyordu. Biz de belli aralıklarla saat tamircisine götürüp sildiriyorduk. Saatimiz silindiğinde nağmelerini daha net çıkarırdı. Çile yüklü sesleri, sessizliğe gömülürdü.
Sabahın seherinden sonra uyarı sesiyle, eşikten adımımızı dışarı atardık. Saat sesine ve alarmına karşılık, dik durur hiçbir değişmeye uğramazdı. Fakat alarmla çıktığımız kapının eşiği aşınmıştı. Devletin ana eksenini ahlak ve adaletin oluşturması gibi saatte okul yolundaki zamanla ilgili rehberimizdi.
Saatinin sesini zaman içerisinde duymasak bile değerini biliyorduk. Çünkü yaşantımızı saatin tik taklarına göre ayarlamıştık. Saatin bu özelliği onun güler yüzüydü. Güler yüzünü takip eder, başarılı bir çalışma düzeni kurmuştuk.
Saat, duvara derinlik ve tarihi bir perspektif kazandırmıştı. Duvarı, saatin mobilyasına uygun olarak boyamayı tercih ediyorduk. Yılda bir defa duvarı boyuyorduk. Çünkü saatin varlığı çoğu zaman duvarın görüntüsünü çağrıştırıyordu.
Duvar saatiyle ayrı kaldığımızda onu anılarımızda yaşatıyorduk. Bazen kafamızı patlattığı olurdu. Ama zihnimizi açmada, sürekliliği sağlardı. Onun alarmına kafamız bozulsa da sonuçta başarı yoluna girmiştik.
Saatin alarmına, bulutlar gürledi, diyorduk.
Kara ışık ve cam ışığı mereğin tozlu raflarına kalktığında bulutlar gürledi. Saçlarımıza ak düştüğünde bile bulutlar gürledi.
Duvar saatiyle birlikte çok üzüldüğümüz günler geçirdik. O neşeli tik taklar ve gürleme hüzün ve acı doluydu. Duvarın neşesi saatin mobilyası gibi solmuştu. Bir gariptik sessizliğe takılı kalmıştık. Kalmıştık saatin karşısında buz gibi. Yalnız eridiğimizin farkında değildik.
Halbuki duvar saati, salona kazandırdığı, sevgi hattımızı açmış, neşeyle taçlandırıp güzelleştirmiştir.
Hasan TANRIVERDİ





















