Sandığı açtı durakladı, gözleri doldu “Çocukluk izleri,” Dedi. Sandığın kapağını yavaşça kapattı. Babaannemin “Yalancı dünya” dediği günlere döndüğünü söyledi.
“Neyin izleri?” diye sordum.
“Çocukluktaki oyuncakların izleri,” Dedi.
“Görebilir miyim?” Dedim.
Sandığı açtı, “Mile kesesini” gösterdi.
Mile kesesi, Babaannemin yalancı dünyasında oyuncak torbamızdı. Babaanneme yalancı dünyanın gerçeği de var mı diye soramaya çekiniyorduk.
Yalancı dünyada oyuncak torbamız, dünyanın değişim hızına aldırmadan sandıkta kalabilmişti.
Dalgaların nağmeleri arasında, “Çay taşını” arardık. Çay taşı sert fakat vurduğumuzda birden parça kopmazdı. Taşın sarı rengi üzerinde kırmızı çizgileri vardı. Çay taşı, sarı ve kırmızı çizgileriyle, yalan dünyanın en değerli mile ham maddesiydi.
İncecik parmaklarımız, çay taşını tutar, diğer elimizdeki eğe ile darbeleri yavaşça indirirdik. Taştan küçük parçalar ayırarak içindeki yuvarlak yapıyı bulup çıkarırdık. Bulup çıkarttığımız mile, sabırla ve emekle oyun alanına gelirdi.
Kardeşim keseyi gazete kâğıdının üzerine döktü. Beş çay taşı ve iki dere taşı (gri üzerine sarı çizgili) ile karşılaştığımız da Babaannemin yalan dünyasını resmen yaşadım. Mile kesesinde oyun kurucu düğmeler de yer alıyordu.
Çay taşı mile, oyun sırasında rakibini kartal gibi gözüne kestirir ve çarptığında oyun dışına atar, kendisi de onun yerinde dönerdi.
Bugün mile yapmak için harcadığımız zamana ve gösterdiğimiz sabra hayran kalıyorum.
Kardeşime “Nasıl yapardık?” diye sordum?
Yalancı dünya hızlı dönmüyordu, günler uzundu. Bize de mile yapma zamanı kalıyordu. Şimdi ise dünya değişti, hızlı dönerken, yalpaladığı gözleniyor. Kimseyi tanımaz oldu. Geçim derdi diye bir şey başladı. Acımasız elektromanyetik dalgalar başımızın üstünde.
“Acımasız doğa olaylarıyla neyi kastediyorsun?” dedim.
Kardeşim “Yağmur, fırtına, sel, heyelan ve deprem,” dedi.
“Yalan dünyada doğal olaylar olmaz mıydı?” dedim.
Olayın olacağına dair üç gün önceden sinyaller gelirdi. Ona göre önlem alınırdı. Fakat büyük olaylar gibi acımasız değildi. Depremde evler kesin yıkılmazdı. Çünkü sağlam yapılırdı. Kullanılan malzeme kaliteli ve yapı standartlarına uygundu. Yalancı dünyada, rant ve soygun yoktu. Bugün her şeyin peşine soygun ve rant için koşuyorlar.
Gökyüzüne yükselen binaları, dünya düzeninde kimse istemiyor.
Parmak uçlarından mile için aktarılan enerji, çocukluğun saf ve temiz gücüydü.
Saf ve temiz gücümüz, azimli davranışlarla, sarsılmaz, sevgi ve neşeyle yoğrulurdu. Yalan dünyamızın çiçekleri solmaz ve meyveleri tadını bozmazdı. Çünkü, besinlerin genetiğiyle oynanmamış, kimyasallar kullanılmıyordu. Dünya savaşı çıkartıp milyonların kırılmasına neden olanlar oyunlarına başlamamıştı.
Babaannemin yalan dünyasından, hızlı dünyaya geçince, değişimi geç fark ettik. Olayın oluşunu ise maalesef fark edemedik. Kardeşime doğal örtü aynı, kurallar belki hızlı ama değişimin oluşunu anında fark ettim mi? Diye sordum.
Bazı hayvanların değişim geçirmesi gibi, insanların da başkalaştığını anlayabildin mi? Karakterlerinde, davranışlarında ve manevi değerlerinde değişimi fark ettim mi?
Babaannemin yalan dünyasında, ineği kaybolan arkadaş ağlıyordu ve bizde üzüntü içerisinde ineği aramaya koştuk. Birimizin başına gelen olaya, aynı tepkiyi, mantar bulamayan çocuğa da mantarımızı verirdik. Tüm çocukları büyüklerimiz korur ve kollardı. Bizlerde korku nedir bilmezdik.
Yalan dünya, çocukluğumuzun neşe ve sevgi dünyasıydı.
Değişimin hızlandıkça, ivmesini artıran dünya üzerindeki; samimi, ahlaklı, aile birliğini esas alan, kadını değer kabul eden, hak, hukuk ve adaleti esas olarak benimseyen insanları bir tarafa savurdu. Ne kadar soyguncu, rantçı, ahlaksız, insanı hakir gören, hukuk ve adaletten habersizleri tutundurdu.
Bizi bilerek mi böyle bir hâle getirdiler, çözemiyorum.
Babaannemin yalan dünyasının nasıl savrulmaya başladığını da kestiremiyorum.
Hasan TANRIVERDİ