İki el silah sesiyle irkildim.
Mağazalara yaklaşırken, caddeye baktım. İki polisin önünde, iri yarı, uzun boylu, siyah saçlı genç birisi kaçıyor. Kaçmasına bakarsanız, kurşun isabet etmedi.
Kadının başına toplandılar.
Çocuk bağırıyor, kapkaç…
Kapkaçı duyunca, kaçana dikkat kesildim. Geriye döndüm ve kaçtığı yöne doğru hızla yürümeye başladım. Gözden kaybetmemeye çalıştım. Benimkisi de herhalde merak etmek.
Polislerden arayı biraz açtı. Genç ve güçlü kuvvetli birisi, görünüşü öyleydi.
Kaldırımdakiler yanlara kaçıyor, kaçmayanlara bir omuz vurup bir tarafa fırlatıyor. Yalnız üç kişi yolun ortasını tuttu. Bir tarafa kaçmadılar. Onların ortasına nasıl daldıysa, savurdu geçti.
Kapkaç yapan sağ taraftaki sokağa girdi. Yanından geçen çocuğun ona savurduğu taş, karşı dükkânın camına isabet etti. Taş yavaş atılmış olmalıydı. Yoksa camı tuz gibi dağıtırdı. Birisi uzandı ve yakalayamadı.
Kapkaççıyı hâlâ görebiliyordum. Polislere bakıyorum, koşun biraz daha çabuk diyorum ama sesimi ancak kendim duyuyorum. Çanta elinde sallanıyordu. Kapkaççının biraz ilerisinde iki uzun boylu genç geliyordu. Fakat herkes kapkaç diye bağırıyor, kaçıyor diye iri yarı genci gösteriyordu.
İki gençten daha uzunu, kapkaççıdan yana kaçar gibi yaptı ve çelmeyi taktı. Çelmeyi yiyen kaçağın iri yarı olması aleyhine oldu. İşe yaramadı ve olduğu gibi yere yüzükoyun uzandı. Yere bir ağaç kütüğünün düşmesi gibi ses çıktığını duydum.
Caddeyi karşıya geçtim.
Kapkaç yapan çaresiz uzanıyordu. Polis geldi ve kelepçeyi taktı. Hep beraber alkışladık. Gençler tekmelemek, linç etmek istediler. Polis izin vermedi.
Elindeki çantaya polisle beraber, çelme takan genç atıldı ve çantayı aldılar. Genç birden bağırdı. “Annemin çantası, annemin çantası” diye ağzını açtı, gözünü yumdu.
Polis ona bir şeyler söyledi ve annesini beklediler.
Hasan TANRIVERDİ





















