Küresel ticaret esaslı pazar ekonomisi ve kapitalizm altı yüzyıllık bir gelişim ve olgunlaşma süreci sonunda 16. yüzyıldan itibaren küresel dünyada egemen olmaya başlamıştır. Modern topluma özgü bir sosyo-ekonomik ve politik yapı olarak kapitalizm kendi iç çelişkileriyle sürekli olarak kendini yenilemek suretiyle varlığını sürdürmektedir. Modern toplum insanı fiziksel rahatlık uğruna kazanmak, harcamak, yine kazanmak döngüsüne itilmiş durumdadır ve bu döngüden memnun olmasında da kitle iletişim araçları son derece etkilidir. Sistem, çalışmanın yüceltilmesi ve çalışmamanın ya da sistem içinde kalıplara uygun bir şekilde çalışmayanın sistem dışı sayılarak ötelenmesi üzerine kurulmuştur. Kayıt dışı ekonomi kavramının altında yatan önyargı, sistem dışı emeğin değersizleştirilmesini öngörmektedir.
Sokakta yaşayanlar kategorisi psikolojik, ekonomik veya sosyal nedenlerden dolayı yerleşik hayattan koparak parklar, bahçeler, bankamatikler, kaldırımlar, köprü altlarını kendilerine mesken edinen evsizlerden, sokakta satış yaparak geçimini sağlayan seyyar satıcılar, işportacılar, simitçiler, atık toplayıcılara kadar geniş bir yelpazede ele alınabilir. Sokaktan geçimini sağlayan bu insanların suça yatkın, değersiz, psikolojik açıdan uyumsuz kabul edilmeleri Marks’ın 1850’lerdeki lümpen proletarya tanımlamasını çağrıştırmaktadır. Marx, The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte adlı eserinde lümpen proletaryayı “burjuvazinin mahvolmuş ve maceracı yan kuruluşlarının ve kuşkulu geçim kaynakları ve kuşkulu kökenleri olan ahlak düşkünü kişilerin yanı sıra, serseriler, terhis edilmiş askerler, tahliye edilmiş hapishane kuşları, kaçan kürek mahkumları, dolandırıcılar, dağcılar, lazzaroni, yankesiciler, hileciler, kumarbazlar, genelev sahipleri, hamallar, cahiller, laternacılar, paçavralar, bıçak bileyiciler, tamirciler, dilenciler – kısacası, Fransızların la bohème olarak adlandırdığı, oraya buraya savrulmuş, belirsiz, parçalanmış bir kitle” (Marx, 1852, s. 38) olarak tanımlar.
Marks’ın lümpen proletarya olarak tanımladığı grup büyük oranda toprağını ekmeyi bırakıp daha iyi gelirle iş bulma umuduyla şehre gelmiş, ama şehirde de bir iş bulamamış, bir yandan sokaklarda ama sokaklarda bir emek yaratamayan ya da yarattığı emeği sistem içinde artı değer oluşturmayan, bir araya gelemeyen, örgütlenemeyen, belki de bir araya gelemeyecek veya gözden kaçacak kadar ufak olan bir kitle. Tam da kendinin ve emeğinin farkında olmaması anlamında, ya da sistemden sadece geçimini sağlayacak kadar verilen yardımlarla geçinerek ve dolayısıyla çalışmadan kıt kanaat sistem üzerinden geçinerek, emeğini satarak geçimini sağlayan işçi sınıfına da bir tehdit oluşturuyor.
Günümüzde lümpen proletaryanın belki de şekil değiştirdiğini söyleyebiliriz. Marks’ın sokaktan atık toplayanlar, hamallar, laternacılar dediği grup veya fahişeler ve diğer bütün sokak emekçileri yine kapitalizmin dışsallıklarında var oluyorlar ancak lümpen proletaryadan farklı olarak önemli bir ekonomik döngü sağlıyorlar. Bu ekonomik döngü her ne kadar kapitalist emek döngüsünün ve dolayısıyla piyasa ekonomisinin dışında ise de aynen emekçi proleterler gibi kapitalizmin çarkının dönmesini de sağlıyorlar. Yani günümüzün sokak emekçileri Marksın lümpen proleter tanımının dışına çıkmış, bir yanıyla sistemin içinde bir yanıyla da sistemin dışında yer alan örgütlü, kendi emeğinin farkında sokak emekçileri haline gelmiştir.
Artık bu tabaka 1980’lerden bu yana, 40 yıldır kendi emeğinin bilincinde olan, yarattığı katma değerin farkında olan, emeğinin hakkını isteyen, bu günkü post modern toplumun ayrılmaz bir parçası haline dönüşen ve kendilerine göre bir üretim, dağıtım, bölüşüm sistemini koordine eden, yöneten neredeyse yarı bağımsız bir kümedir. Bunların dernekleri, kooperatifleri, sendikaları var, örgütlüler, bugün Türkiye de de son 10 yılda gitgide artan bir şekilde görünür hale gelmeye başlamışlar ve hak arayışına girmişlerdir. Kaliforniya Los Angeles Sokak Satıcıları Hareketi, New York Sokak Satıcıları Projesi, Hindistan’da polisle çatışan ve hakları için mücadele eden sokak esnafları günümüzde sokak emekçilerinin görünürlüğünün ve kapitalizm karşısında hak mücadelesinin güzel örnekleridir. Türkiye’de de yaklaşık 6 milyon kişinin sokak esnaflığı yaptığı tahmin edilmektedir. Buna rağmen sokak çalışanlarının örgütlenmesi ve bilinçlenmesi dünyanın diğer ülkelerine nazaran daha geç başlamış ve son 10 yılda sokak esnafları arasında dernekler, kooperatifler şeklinde örgütlenmeler görülmeye başlanmıştır.
İster dernekler, ister kooperatifler veya birlikler şeklinde olsun, ister parti veya sendika üyeliği şeklinde olsun örgütlerin içinde yer almak veya herhangi bir şekilde bir örgütlenme durumunun içinde olmak bilinçlenme sürecine katkıda bulunuyor denebilir. Örgütün kuruluşunda yer almasa bile, bir örgüte girmek, o örgütün faaliyetlerine katılmak kişiye örgütle ilgili bir bilinç kazandırmaktadır. Örgütlenmiş bir grup kendiliğinden bir süreçle bir grup bilinci geliştirmekte ve bunu üyelerine aşılamaktadır ve bu kazanılan örgüt içi bilinçliliğin daha sonra farklı bilinçlilik şekillerine taşınması da mümkün olmaktadır. Hindistan veya ABD Los Angeles ve New York örneklerinde seyyar satıcıların ancak birlikte bir hareket başlattıktan sonra kendi güçlerinin farkına vardıklarını ve bu bilinçlenmeyle haklarını savunduklarını ve en sonunda haklarını garanti altına alacak bir yasanın çıkmasını sağladıklarını görmekteyiz.
Kapitalist finans sektörü genel şemsiyesi altında yukarıda sözü edilen sokak ekonomisi başta olmak üzere birçok gayri kapitalist çeşitlilik ekonomisi de varlığını sürdürmektedir. Kapitalizm ile gayri-kapitalist ekonomiler arasındaki hiyerarşik ilişkiyi yapıbozuma uğratmak ve kapitalist hegemonya söyleminin yerine çoğul ve heterojen ekonomi biçimlerini koymak olanağı vardır. Bu olanak bir sosyal ekonomi inşasını mümkün kılar. Sosyal ekonomi, kapitalizmin sürdürülemez, tekelci özelliklerinin aksine, dayanışma yaklaşımlarını işbirlikçi ve adil paylaşım vizyonuyla besleyerek sosyalist ve sürdürülebilir bir ekonomik sistem sunmaktadır.
İnsanın yalnızlaştığı sosyal ilişkiler, gerçek üretim süreçlerinde kişinin kendi doğasına, kendi varlığına, yani kendine ve emeğine yabancılaşmasını beraberinde getirir. Yeni bir sosyal ekonomi vizyonu oluşturmak, yeni bir siyasal vizyon ve tasarım geliştirmek ve sokaklarda hayatını kazanan, , atık toplayan, çeşitli ürünler satan insanlarla aynı kaldırımları paylaştıklarının, dolayısıyla da aynı kaderi paylaştıklarının farkına vararak onları ötekileştirmeden ilişki kurmakla mümkündür. Bunun da yolu ekonomiyle ilişkili birey olmaktan kurtulup yeni özneleşme tarzı geliştirmektir.


















