Alışverişten geldim, torbaları boşalttım. Anahtarı alıp, acele sizin kapıyı açtım. Hüzün kokan bir sessizlik vardı…
Sesledim, ortalarda yok gibiydin. Biliyordum ama, gizlice beni seyrediyordun. Aldırmadım, işe koyuldum. Hayret! Tabaklar boşalmış, suyun da kalmamıştı. Önce boşalan tabaklarını tertemiz yıkadım. Şöyle yan gözle baktım ki oturma odasından beni gözlüyordun. Gözlerim gözlerine değdi, içim burkuldu, burnumun direği kırılırcasına sızladı. Gözlerimden damlalar yanaklarıma süzüldü. İçimde esen fırtınaları görebilseydin, boynuma atılırdın. Ben seni anladım ama. Maciek’siz, Sladja’sız koskoca üç gün. Onlar Hollanda’ya gittiler. Yeni yılın ilk gününün akşamı dönecekler. Sen beyaz meleğim ama evin içinde yapayalnız, kimsesizsin benim gibi. Çaresizliğin duruşundan belli. Onlar evde olsaydı bana yaklaşmazdın aslında. Yalnızlık zor değil mi?
Sesledim, gel! dedim, Almanca, Türkçe… Oysa seninkiler Polonya ve Yugoslavya’da büyümüşler. Beni anladın ama, sokuldun, kokladın. “Sev beni!” dercesine kuyruğunu kaldırdın. Esnercesine uzandın, dizlerime dayandın. Elimi başına koydum, boynunu okşadım. Kar beyazı tüylerine dokunur dokunmaz, iliklerime kadar aktı sıcaklığın. Seni canımın içine sokuveresim geldi. Doyulacak gibi değildi candanlığın. Ah! böylesi dostu olmalı insanın dedim sessizce…Nasıl da cana yakın duruyor, benimle oynamak istiyordun. “Kal! gitme!” der gibiydi bakışların. O sessizliğinin, sakinliğinin nedenini anlamamak mümkün mü?
Farkımız yok. Ben de aynen senin gibiyim. Birkaç saatliğine kızımla birlikte oldum. Gezdik, dolaştık, yedik. Kahvemizi, suyumuzu içtik. Senin gibi sokuldum kızıma; sessiz, sakin ve biraz daha kal der gibi… Kar beyazı, pamuk kedim, yaşam işte! Birazdan ikimiz de yalnız, kimsesiz çekileceğiz yuvamıza. Suyun, yemeğin hazır. Tuvaletini de temizledim. Evin, evim sıcak.
Bilir misin bilmem, niceleri var sokaklarda; evsiz, yurtsuz… Aç ve giysileri yırtık pırtık. Kimisi yaşlı, kimisi hasta ve yoksul. Sayıları bilinmeyen kim bilir kaç kişi var daha? Çaresizlikten kıvranıyorlar belki odalarında. Sayıları milyonları aşan onca canlar var bilinen, elleri göklerde ve tek umutları Tanrı kalmış… Sen ve ben şanslıyız. Seni el bebek, gül bebek büyüten iki güzel insan var. Beni de ara sıra arayan dostlarım, yavrularım.
Yaz tatillerinde ülkemde senin kardeşlerini bolca görüyorum. Kimileri çöp kutularının başında bekliyorlar. Kimileri restoranlarda masaların arasında dolanıyor, yemek artıklarını bekliyorlar. Bazıları var ki açlıktan bir deri bir kemik; miyavlıyor, miyavlıyorlar… Duyanlar devede kulak… Etleri kendi ağızlarına, kemiği onlara atanlar çoğunlukta biliyor musun?
Ya pamuk kedim, işte böyle. Yeni yıl denen gece geldi çattı yine. Milyarlar yine umutlarını yeni yıla bağladılar, kıyıda köşede. Kedi olmuş, köpek olmuş ya da ne bileyim öylesine bir can işte! Ne farkı var ki? Kimilerinin bir eli yağda bir eli balda…
Benim mi? Ta işte şuracığımda, kimilerinin yürek, kimilerinin kalp dediği o anlatılamaz yerimde, iliklerime kadar işleyen bir ateş var. Tenimi sarmış sarmalamış. Oturduğum yerde ruhumla koşuşturuyorum, biçare…
Hoşça kal kedim. Yeni yıla girerken yalnız değiliz…





















