Tabii hayat bu her şey insanın gönlüne göre değil, bazen hayallerin yıkıldığı zamanlarda oluyor. Bende bunu tam çocukluk yaşlarımda yaşamıştım.
Ben yaylanın güzelliklerini rüyada yaşar gibi yaşarken, bir sabah erkenden kalktım, yengem sabah yemeği hazırlamıştı.
Hep beraber sofraya oturduk sabah yemeği yiyoruz, yemek diyorum çünkü o zamanlar kahvaltı kültürü yoktu; sabah kalkılır çorba türü bir yemekle güne başlanırdı. Tam yemekteyiz, evin hemen yanındaki komşumuz aynı zamanda Fatsa Yassıtaş köyünden de komşumuz olan deloğluibrahim amca geldi, selam verdi.
İbrahim amcayı çok tanımasam da gelişinde duruşunda bir anormallik vardı. Yüzünde hüznün izleri aşikârdı.
Amcam İbrahim amcayı sofraya buyur etti, buyur İbram otur, hoş geldin dedi. İbrahim amca sofraya değil sofranın yan tarafına oturdu ve direk konuya girdi.
Kaza haberini duydunuz mu diye sordu kimsenin kazadan haberi yoktu. Bir anda herkes durakladı ve amcam yok hayırdır ne kazası dedi.
İbrahim amca Ünye de kaza olmuş, sağıron İsmail ölmüş dedi.
Ben farkında değilim, elimdeki kaşık sofraya düşmüş, bir anda etrafla irtibatım kopmuş.
Çünkü öldü denen kişi benim dayımdı. Bir anda bunu duyunca yıkılmıştım, öldü denen dayım çok gençti, daha 47 yaşındaydı. Tabii ondan genç vefat edenler vardı, ama “ateş düştüğü yeri yakar” denir ya işte öyle…
Dayım anneannemi Samsun’a doktora götürmüş, oradan gelirken Ünye devlet hastanesinin önünde arabaları kaza yapmış ve dayım orada vefat etmiştı. Anneannem dayımın vefatından sonraki kalan ömrünü hep feryat etti. Oğul İsmail’im ah İsmail’im dedi ama dayım geri gelmedi. O onun yanına gitti, gidene kadarda hep ağlardı, ardından ağıtlar yakardı.
Samsunla Fatsa arası
Can içindedir yarası
Doğru söyle İsmail’im
Kimdedir ölüm sırası
Sıraları sen şaşırdın
Ateşlere sen düşürdün
Sen bilirsin İsmail’im
Ben olmazsam sen üşürdün
Öksüzlerin kaldı başa
Vursam nolur şimdi döşe
Ben öleyim İsmail’im
Var git benden uzun yaşa
Sağlam gittin salın gelir
Ak teninden alın gelir
Ne diyeyim İsmail’im
Gidişlerin zulüm gelir
Anneannemin feryatları bitmek bilmedi ve dayımın acısını yüreğinde hep taze yaşadı.
Ben dayılarımın hepsini çok severdim çünkü iyi günde kötü günde onlar hep yanımızdaydı, aile bağları çok güçlüydü adeta bir binanın çatısı gibiydi.
Her an bir arada ve birlik olmayı bilirdi. Dayım da bu çatının ana direklerinden biriydi ve o ana direklerden biri yok olmuştu.
O gün yengem amcama “hacı sen bu çocuğu geri köye gönder” demiş.
Yengem benim o halime dayanamamış o yıl orda kalsam onun yüreğine dert olacaktı aşağıya yani köye gelsem de birşey değişmeyecekti tabii ki yengem bunu biliyordu ama gözünün önünde sürekli üzgün durmama dayanamayacaktı
Aslında yengemle amcamın niyeti beni o yaz geri göndermeyip orada kuran mektebine göndereceklermiş amma nasip değilmiş.
O gün yine oradaki arkadaşlarımla buluştuk, onlarda benim bu üzüntülü halimi görünce ne oldu diye sordular; bende onlara dayım trafik kazasında ölmüş dedim
O gün hepsi beni teselli etmek için benimle ilgilendiler, herkes benim acımı hal hareketleriyle paylaşıyordu.
O gün zerre neşemiz yoktu arkadaşlarla önce karga tepesine doğru çıktık oraya oturduk, menderesleri, kümbeti seyrederken kendi aramızda da sohbete devam ediyorduk. Onlar bana moral vermeye çalışıyordu ama çocuk yüreğimdeki feryadı onlar tam anlayamıyordu.
Arkadaşlarım bana şimdi ne yapacağımı sordular. Bende galiba amcam beni köye gönderecek dedim. Geri gelip gelmeyeceğimi sordular bilmiyorum dedim.
Tabi ben geri dönemedim, aradan geçen uzun yıllardan sonra yaylaya gelmek nasip oldu ama o arkadaşlarım neredeydi ne haldeydi bilmiyordum. Onları görsem tanır mıyım diye düşündüm ama tanımıyordum. Bizler birbirimizi çoktan unutmuştuk.
Birkaç gün sonra benim geri dönüşüm kesinleşti, yayla pazarınna bekledik. Yayla pazarı Perşembe günleri oluyordu. O gün her yerden yaylaya arabalar gelirdi, ilk Perşembe günü amcam beni Fatsa’ya giden bir yük kamyonunun üstüne bindirdi ve yayladan ayrılık vakti başladı.
O zamanlar böyle minibüs falan yok zaten kamyonlarda çok hızlı gelemiyordu etrafı seyrederek yavaş yavaş geldim. Evimiz yola yakın bir yerdeydi, yaklaşınca muavine söyledim, beni indirdi.
Tabi eve geldim annemin iki gözü iki çeşme… Gece gündüz ağlıyor, tarlada, bağda, bahçede, ahırda… Yani annemin gözyaşı ne bitti ne tükendi.
Annem babasız büyüdüğü için ağabeyleri onun babası, atası her şeyiydi. Annemi çok iyi anlıyorum. ben o kadar etkilenmiştim ki, annemin etkilenmesi sürekli ağlaması da gayet normaldi.
Babam olmadığı için annemi teselli bizlere yani çocuklarını düşüyordu
Çünkü babam Almanya’ya gitmişti, biz annem kardeşlerim bir arada yaşıyorduk.
Babamın olmayışı da evde ayrı bir hüzündü. Dayımın çocuklarının da babasız kalmasını daha iyi anlıyordum, çünkü babasız yaşıyorduk. Tabii benim bir umudum vardı, bir gün babam gelecekti ve geldi. Yıllar geçse de baba hasretini biz gidermiştik, ama onlar hiç gideremedi. Hatta en küçük oğlu babayı hiç tanıyamadı. Belki baba kelimesinin anlamını bile halâ tam olarak algılayamadı.
Hasan Gençay