Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar, Ne de şeytan bir günahı, seni beklediğim kadar… Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni, Bırak vehmimde gölgeni, Gelme artık neye yarar…
Beklemek saftır. Gösteriş istemez. Gizlilik ister. Bekliyorum diyemezsin. Bekleyene, bakanlar anlarlar. Beklemek yorar aynı zamanda. Gelsin artık dersin. Bekleyeni görenler, gelsin artık derler.
Beklemek, hem huzursuzluk hem huzurdur.
Beklemek nazlıdır. Aynı anda başka bir şey yaptırmaz. Beklerken başka bir şey yapamaz, huzursuz olursun. Zaman zaman geldiğini hayal eder mutlu olursun. Ama beklemek nazlıdır ya; geldiği zamanı düşündüğünde beklemeyi ihmal etmiş olursun. İkisinden birini seçmek zorunda kalır, yine huzursuz olursun.
Beklemek umuttur. Umudun hep aynıdır: “Beklersen gelir.”
Beklemek yorar ya; bazen bekleyemezsin. Ya da bekleyemediğini sanırsın. Beklemek sadece zihinsel bir eylem değildir çünkü. Esasında en çok o zamanlar beklediğini bilmezsin.
En kötüsü de bekleyemediğin-aslında öyle sandığın- zaman geldiğinde istemeyeceksin sanırsın; ama gelmeden anlayamazsın.
Beklemek huzursuzluktur. Huzursuz olunca birini suçlamak ister, işe kendinden başlarsın. ‘Beklemeyi bilmediğimden mi gelmiyor?’ dersin. ‘Nasıl beklenir?’ diye sorarsın bu sefer. Gelmeyecek diye korkarak beklemeye devam edersin. Sonra… Yine gelmez. Halen eksiksindir. Beklemenin sadece zihinsel bir eylem olmadığının farkına varamamışsındır halen.
Beklemek, hayatın gizli öznesidir. Hep aynı şeyleri yapar görünürsün. Çay demler, film izler, kitap okur, hayatın yüklediği vazifeleri yapar durursun.
Beklemekten muradın, bekleneni yaşamaktır aslında. Gelse de yaşasam dersin. Bir düşünceyle âni irkilirsin : ‘Yanımdaysa beklemezsin!’ Yanında olduğunu unutarak, yani bekleyerek yaşamaya ihanet ettiğinin farkına varırsın.





















