Umutlarımız ne kadar değerli? dedim şaire.
“… Sanırım hak ettiği değeri tam bilmiyorum” dedi…
Gerçekten de bilmiyoruz beynimizin içindeki kuyudan içtiğimiz suyu, hesap edemiyoruz ne kadar doyuracağını, ne kadar şişireceğini kestiremiyoruz…
Her zamanki gibi, okuduğum kitabın sayfa aralarında dolaşırken düşündüm bunu. Düşüncelerimizin kendini bilmez akışının içinde, umut neden bilinmezi çağırır? Zaman zaman imkânsızın içinde düşeriz umut kuyusuna. Kırılır sol yanımız, acıkır yaşam denilen düşümüz ve biz “yalnızlar korosunda bir assolist;” alabildiğine çığlıklar atarız sessizliğin ve kimsesizliğin göğsüne.
Çoğu yazar farkında olmasa da Edebiyatın en çok beslendiği unsurlardan biridir umut. Büyümek ister yazar-şair. Anılmak, iz bırakmak ve bunun için beyninin en uç köşelerini esir eder yaratıcılığına. Bazen küflenir kuyu, yosun tutar, haberi olmaz.
Devrin karmaşasında yüzeye çıkan yazarlara imrenilir ve “neden, neden ben değilim?” Çelişkilerine kapılıp gider umut esirimiz. Gömülür kendi içine ve başlar kendisinin en iyisini yapmaya, inanır iyinin kendinde olduğuna ama neyin iyisi olduğunu bilmeden. Haksızlığa uğradığını düşünür kimi zaman, umudu kırılınca da dibi yosun tutar, bir habersiz.
Oysa umut yol vermelidir kendisine. Görmelidir çırpınışlarını bu nehrin içinde, sanat nedir bilmeden. Davasında nehrin avukatıdır umudu.
Hernandez’in Ortancalar’da, umut ile ilgili sözleri düşündürür beni…
“Genel bir umut gibi akıyor bu su ve kimse durduramıyor onu. Akan su bol değil ise karşısına çıkan ilk kuyu bir tuzak kurmuş demektir ona, su sertelir o zaman, koyu bir sessizlikle dolar ve kuyu çılgın bir beyin olup çıkar. Geçici umutlarım olabilmeli ancak benim ve baş döndürücü, olanak varsa; gerçekleşmelerini beklememeli uzun boylu; suyun derin anlamı da bu olmalı, doğal gidişi. Oluk gibi akan bir suyun içindeymiş gibi olmalıyım, anılarımın ve düşüncelerimin içinde…”
Şair ve yazar önüne çıkabilecek umut kuyularını beslemelidir, hazır olmalıdır önüne çıkacak, suyun haline. Hem var gibi coşkun yazmalı, hem yok gibi akışa kapılmalıdır beyninin çeperlerinde… Bilmelidir ki sanat her yerde ve her an var. Yeter ki nehir mi okyanus mu iyi ayırt etmeli ve kuyuyu suyla doldurdum diye avuturken kendini, suyun zehir mi, kir mi yoksa saf su mu olduğunu ayırt edecek iç görüye sahip olmalıdır. En önemlisi umutlarını kıymetini ve değerini bilmelidir. “Umut ediyorum” diyerek geçiştirmemelidir.
İyi bir okur olmaktan uzak bir kalemin, umut etmeye hakkı olmadığını düşünüyorum. Hele ki umudunu başkalarının ellerine tutsak etmişse, ne denilebilir ki. En değerli pınarlarından birisi başkalarıysa, artık bu benim eserim asla dememelidir. Kırsın kalemi gitsin, boşuna başkalarını ve kendini kandırmasın. Kendisine yaptığı bu eziyet; en büyük sahtekârlık ve en büyük düşmanlıktır. Başkasına ihtiyacı mı vardır artık? Ne gariptir ki bu olanlar onu daha hırslı ve daha hırçın yapacak, kolay yollar için, farkında olmadan, alternatifler üretmesine sebep olacaktır. Çok yazık!
Yazın sanatı, rast gele yaz, sırala, konu olsun-olmasın, fantastik olsun, ilgi çeksin, demek değildir bana göre. Günümüzde yazı olmasa da şiirin akustiğini kullanarak sanat adına kandırmaca yapanlar çok fazla ve bunlar gerçek yazarların umutlarını kırarlar. Kırılmalı mıdır? Asla! Zaman en büyük yargıçtır.
Umut, çalışkanların rüyasıdır. (Pilinius)
Zor günlerde ekmeğimizdir umudumuz. Emeksiz de ekmek olmadığına göre, birikim derim. Sanatçı biriktirmek zorundadır ve doğal süreçte olması gerekenleri yapmalıdır ki gereksiz hayallere dönüştürmemelidir umudunu.
“ Yarını ekmek emek ister!
Yarın ekmek emek ister! ”
Assolist sahnede, alkış istiyorum…
Habibe E. Ağaçdelen





















