Yılmaz GÜNEY (1937-1984)’in yazdığı, oynadığı ve yönettiği “Umut” filmi; ülkemizde hep en iyi on film hatta çoğu kere en iyi film olarak değerlendirilmiştir. 1970 yapımı bu filmin, sinemada İtalyan Yeni Gerçekçilik akımından etkilendiği, Bisiklet Hırsızları filminden esinlendiği söylenir. Bu değerlendirme kısmen doğrudur. Ama “Umut” filmi, içerik yönünden Bisiklet Hırsızları filmiyle benzerlikler göstermekle birlikte; ele alınan konu ülkemizin toplumsal ve kültürel yapısına, o günkü ekonomik sorunlarına öylesine güzel uyarlanmıştır ve anlatım öyle özgündür ki ortaya bir başyapıt çıkmıştır. Yönetmenin başarısı, filmin değeri ve aldığı ödüller de buradan kaynaklanır.
Umut filmi, 1960’lı yılların sonunda, Adana’da bir tren istasyonunun önündeki görüntülerle başlar. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, trenden inen yolcuları taşımak için bekleyen faytonculardan biri olan Cabbar’a, hiç kimse itibar etmez. Çünkü Cabbar’ın faytonu kırık döküktür, atı yaşlıdır. Yolcular ya daha yeni ve süslü faytonlara ya da motorlu araçlara (taksilere) yönelir. Cabbar, kendi kendine söylenerek, cebindeki piyango biletini, gazete okumakta olan birine gösterir. Ama biletine ikramiye çıkmamıştır. Karısına, beş çocuğuna ve annesine bakmakta olan Cabbar’ın evi, sosyoloji alanında “teneke evler” olarak adlandırılan özellikler yansıtmaktadır. Sahip olduğu iki “at”tan birini borçlanarak almıştır. Ayrıca günlük alışveriş yaptığı bakkal başta olmak üzere çevredeki esnafın çoğuna da borcu vardır.
Piyango biletlerine yıllardır hiçbir ikramiye çıkmayan Cabbar, bu merakını, arkadaşı Hasan’a şöyle açıklar: “Benimkisi merak değil, bir umut kapısı; belki üç dört bin lira vurur da borçtan kurtulurum.” Arkadaşı Hasan ise “Sen, beni dinlesen bu işten kurtulursun. Bu toprağın altı saf altın, gümüş, parayla dolu.” diyerek, Cabbar’ı define aramaya yöneltmektedir. Cabbar, önceleri Hasan’ın söylediklerini önemsemez ve şöyle der: “Seninkisi boşuna hayal, okuyup üflemekle define mi bulunurmuş!” Ancak borçları çoğalan Cabbar’ın alacaklıları her fırsatta ona borçlarını hatırlatmakta, geçimi ise her geçen gün daha da güçleşmektedir. Böyle bir durumda, yine karşısına çıkan Hasan; kurtuluşun definede olduğunu, okuması üflemesi kuvvetli evliya gibi bir hoca bulduğunu, lakin okuyup üflemesi için 500-600 lira paraya ihtiyaç olduğunu söyler. Cabbar, bu sözlere de itibar etmez; “Bu hayal ile kafayı bozmuşsun Hasan kardaş!” der.
Sonraki günlerde, Cabbar’ın faytonuna otomobil çarpar, atlarından biri ölür. Karakolda ifadeleri alınırken; otomobil sahibi ikram ve itibar görür, Cabbar ise terslenir, horlanır ve suçlanır. Karakoldaki bu görüntüler ve diyaloglar çok çarpıcıdır. Çünkü ülkemizde yurttaşların sahip oldukları hak ve özgürlükler 1961 Anayasası’nda ilk kez “Temel Haklar ve Ödevler” başlığı altında ve tek tek sıralanmış olmasına rağmen, uygulamada bu durumun içselleştirilmediği, bu haklardan eşit biçimde yararlanması gereken yurttaşlara, karakolda farklı davranılmasından anlaşılmaktadır. Örneğin 1961 Anayasası’nın 12. maddesinde; “Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” ifadeleri ile düzenlenen “eşitlik ilkesi”nin uygulamaya yansımadığı, kâğıt üzerinde kaldığı, filmin bu sahnelerinde net olarak vurgulanmaktadır.
Atı ölen Cabbar şimdi daha da çaresizdir. Yeni bir at alabilmek için borç para bulmaya çalışır. Daha önce yanlarında çalıştığı bütün ağalara, beylere gider ancak başvurduğu her yerden eli boş döner. Son çare olarak evde, elde ne varsa satar. Evine geldiğinde, alacaklılarının, arabasını ve diğer atını götürdüklerini görür.
Meyhanede tek başına oturmakta ve şarap içmekte olan Cabbar, en son aldığı piyango biletine yine bir şey çıkmayınca, “Senin bilet gibi!” diye söylenerek ve öfkeyle bileti yırtar. Piyango biletinden umudunu kesen Cabbar; bir hayalden bir başka hayale, bir umuttan başka bir umuda gitmektedir adeta. İyice karamsarlığa düştüğü bu durumda, karşısına çıkan Hasan; yine define aramaktan, zenginlerin mahallesinde soygun yapmaktan söz eder. İki ahbap, Cabbar ve Hasan, Amerikalı olduğu anlaşılan bir zenciyi soymaya kalkışırlar. Acemice yapılan bu gasp girişimde başarısız olurlar; Amerikalı bunlara sille tokat girişir, komik duruma düşerler.
Arabacıların eylemi esnasında, Hasan, Cabbar’ı yine bulur, bir sülük gibi peşindedir çünkü; onun en zayıf, en çaresiz anını kollamaktadır. Cabbar birden, “Üçyüz kırk lira ile olur mu bu iş!” der. Tam bir üçkâğıtçı olan Hasan, onu hemen nefesi kuvvetli Hüseyin Hoca’ya götürür. Cabbar, bu Hoca’nın gücüne, kerametine inanmaktadır artık. Öyle ki Hoca’ya güvenmeyen karısına söylenir. Karısı ise Cabbar’ da ki bu değişimi kaygı ile izlemeketedir. Çünkü Hasan’ın ve Hoca’nın Cabbar’ın çaresizliğinden, saflığından faydalandıklarını fark etmektedir. Ama Cabbar’ı ikna edemez.
Cabbar, Hasan ve Hüseyin Hoca Seyhan Nehri kıyısında kuru ağacın altındaki defineyi aramaya giderler. Cabbar, evine kırk lira bırakmıştır. En az on gün evine dönemeyecektir. Defineyi kazma kürekle arama çalışması günlerce sürer. Otuz gün geçmiş olmasına rağmen ortada define yoktur. Cabbar’ın aklı evinde ve çocuklarındadır: Onların günlerdir ne yiyip içtikleri, nasıl geçindikleri düşüncesi beynini kemirmektedir. Kazdıkları topraktan bir yılan çıkar. Cabbar, “İşte define!” diye yılanı yakalar. Çünkü Hoca; definenin bazen bir yılan şeklinde görünebileceğini de söylemiştir: “Define her kılığa girip kaçabilir: Karınca olur, böcek olur, yılan olur, kuş olur. Defineyi kaçarken fark edip de ona dokunursan, derhal altına keser, aslı neyse ona döner.” Cabbar, yakaladığının define değil yılan olduğunu fark eder. “Bu define değil; yılan, yılaan, yılaaan!” çığlıklarıyla ve davranışlarıyla çıldırma belirtilerini iyice gösterir.
Umut filmi, Seyhan Nehri kıyısında, Cabbar’ın gözleri bağlı olarak kendi etrafında dönme görüntüleriyle sona erer. Çaresizliğin uç noktasını ve umudun bittiğini ifade eden bu görüntü, karmaşık duygularla yüklü mistik sapıtmanın simgesel anlatımı gibidir.
Umut filmi ile ilgili ilginç bir gözlem, tespit de şudur: Film boyunca, Cabbar’ın, dini ritüellere, söylemlere ve bu yöndeki ibadete (dini vecibeleri yerine getirmeye) uzak olduğu görülmektedir. Nefesi kuvvetli üfürükçü hocanın dinsel söylemleri, duaları ve davranışları Cabbar’ın inanç alanına pek de uygun düşmez, ona bu yönde hitap etmez. Buna göre Hocanın, Cabbar gibi birini sadece dinsel bakımından etkileme ve yönlendirme gücü imkansız değilse bile oldukça sınırlıdır. Bu konuda Cabbar’ın daha önceki tutumu ve arkadaşı Hasan’a söyledikleri de üfürükçü hocayı önemsemediği yönündedir. Ama çok ilginçtir ki belli bir aşamadan sonra, Cabbar; Hasan’ın da üfürükçü hocanın da etki alanına girmektedir. Bunun temel nedeni dini duygular, tutumlar ve yönelimler değil ekonomik zaruretler, çaresizlik ve umuttur.
Bunalım dönemlerinde insanların umudu; bazen ve çoğu kere hiç de gerçekleşmeyecek hayallere, hurafelere yönelmiş ve bu çaresizliği kullanmak, sömürmek isteyenlerin duygu ve inanç sömürüsü alanına girmiş adeta tuzağa düşürülmüştür. Bisiklet Hırsızlarında ekmek teknesi bisiklettir, Umut filminde ise fayton ve at. Birinde bisiklet çalınır, diğerinde ise at ölür. Bitip giden umutlar bilgisiz ve bilinçsiz biçimde başka alanlara, şans talih oyunlarına, boş inançlara, belirsizliklere yönelir.
Gönül ister ki insanlar yeryüzünün her yerinde, en gelişmişinden en geri bölgelerinde; doğa, toplum ve insan ile ilgili gerçeklere ulaşsın, en doğru bilgilerle donatılsın, sorunlarının çözümünde aklı ve bilimi rehber edinsin. Ama ne yazık ki tüm bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen, insanlık henüz böyle bir hedefe, ideale çok uzak.
Bir toplumda sağlık, eğitim, güvenlik, ulaşım ve benzeri hizmetler ve bu alanlardaki işleyiş iyi olmayabilir, idari makamlar, kurumlar ve hatta mahkemeler güven vermeyebilir. Ama yine de bu yetersizlikler, sorunlar nedeniyle aklın, sağduyunun, bilimin, hukuki yolların dışına çıkmamak gerekir. Örneğin sağlık sorunları karşısında hacıya, hocaya, üfürükçüye değil doktora ve hastaneye gitmek, hukuki sorunlar karşısında kişisel çözüm yolarına değil kurumlara ve yargıya (mahkemelere) başvurmak; günümüzde insanlığın, yüzyılların deneyimi ve birikimi sonucunda ulaştığı önemli bir aşamadır
Yazar Portali’ndeki yazma serüvenime başlarken; yazdıklarımda açık ve anlaşılır olmak, ölçülü ve nezaketli bir üslup kullanmak, güzel dilimiz Türkçe’nin dil ve yazım kurallarına özen göstermek daima dikkat edeceğim temel ilkeler olacaktır. Yazdığım her yazıda, her cümlede hiçbir kimse ve kurumla polemiğe girmemek, hoşgörü ve uzlaşma zemininde kalmak ve en önemlisi de öğrenmeye, bilgilenmeye, gelişmeye, barış ve kardeşliğe katkıda bulunmak öncelikli amacım olacaktır. Yazılarımdaki bilgi, anlatım ya da yazım yanlışlarını kabullenmeyi ve düzeltmeyi, kasıtlı olmasa da incittiğim, üzdüğüm kişilerden ise özür dilemeyi erdem sayacağım.
Bu ilk yazımda “Umut Olmasa” diyor, herkese ve her görüşe selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
“Umut olmasa,
Çoşku olmaz,
Sevinç olmaz,
Mücadele olmaz,
Gelecek olmaz,
Yaşam olmaz.
Hepimizi,
Tüm insanlığı,
Güçlü kılan,
Geleceğe taşıyan,
Hep o umut,
Umutlarımız işte!
Mustafa HAYIRLI