Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Cumartesi, Aralık 6, 2025
  • Giriş Yap
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Anasayfa Yazarlar Muhsin DURUCAN

Geçmişte Öğretmenlik Böyle Yapıldı

Muhsin DURUCAN Yazar Muhsin DURUCAN
18 Temmuz 2018
Muhsin DURUCAN
0
403
Paylaşma
5k
Görüntülenme
Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

Aşağıdaki özet yazıyı WhatsApp ile benimle paylaşan Edirne’den dost kalem Ülkü Varlık’a,

Sayfasına girerek iletişim kurduğumuz yazar Bige Güven Kızılay’a teşekkür ederim.

İzinlerine ve hoşgörülerine sığınarak empati (duygudaşlık) kurdum ve ‘çok kişi okusun’ düşüncesiyle yayımlamak istedim.

Yurt sevgisini ve ülkü ateşini yüreğinde duyan okurlarımızda şimdi sıra… İçselleştirerek okumalarını dilerim.

***

“Bitmiş tükenmiş bir adamın hikâyesini anlatacağım sizlere…

Lütfen kendinizi onun yerine koyarak okuyunuz!

Meslek hayatınız bir biçimde nihayetlenmiş. Ömür boyu hayalini kurduğunuz emekliliğe sağ salim ulaşmışsınız.

Nohut oda, bakla sofa evinizde huzurla dinlenip, sabahları sardunyalarımı sularım, bir kafeste kanaryamı beslerim dediğiniz o vakit gelmiş.

İlk birkaç gün şahane geçiyor, eş dost ziyaretleri, devlet dairelerinde tezahüratlarla kapılardan karşılanmalar, çaylar, kahveler, ‘Ooo ne şanslısın üstadım, darısı başımıza…’ lar, evde hanımla sabah keyifleri derkeeen… Üst üste aynı yerlere gittikçe insanlar masanın önündeki sandalyeyi göstermemeye, hatta meşguliyet bahane ederek başını bile kaldırmamaya, hanım da ‘E bey, sen biraz çıksan da gezsen…’ demeye başlayınca anlıyorsunuz Hanyalı Konya’yı…

Kendinizi işe yaramaz, boş, hiç bir şey üretmeyen biri olarak görmeye başladığınızda çöküş de peşinden gümbür gümbür geliyor. Her yerde fazlalıksınız, eski iş yerinizde, evinizde… Zaman nasıl geçer, hayat böyle sürer mi?

Eski saygı gördüğünüz günlere duyduğunuz özlem size hayatınızın belki de en önemli kararını aldırıyor. Koca adam, evdeki somyaya kapanıp hüngür hüngür ağladığınız gecenin sabahı, gidip başvuruyorsunuz İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne:

‘Ben yeniden öğretmenlik yapmak istiyorum. Atayın beni Anadolu’nun bir köy okuluna!’

Şaşırtıcı bir hızla yerine geliyor dileğiniz. Polatlı’ya bağlı Keltepe köyüne yol görünüyor.

Cumhuriyetin ilk yılları sayılır hala. Yol yok, elektrik yok, bozkırda bir kıraç köy. Numunelik niyetine bir tek tane ağaç, bir yeşil çalı dalı yok. Sarı, sapsarı, ruhsuz, şekilsiz, çiğnenmemiş bir mezarlık kasvetinde bir köy. Evler bile ev değil de köstebek tümseği gibi görünüyor gözünüze.

Bir kağnıyla götürüyor adamın biri sizi oraya. Karşıdan görünüverince ilk aklınıza gelen şey şu:

‘Sevmedim bu köyü. Hiç sevmedim!’

Kağnıcı sanki duymuş gibi iç sesinizi: ‘Efendi, sen buralarda edemen ya, hadi hayırlısı’ deyiveriyor.

Gecenin bir vakti bir gariban köylü sizi karşılayıp derme çatma bir kulübeye götürüyor, samandan bir yatak, ölü ışıklı gaz lambası, pis bir oda. Köyün hafızı ile aynı tek göz odayı paylaşacaksınız üstelik. Ne yapsın adam, soğumuş bulgur pilavını sizinle paylaşıyor, ‘Kusura bakma’ diyor, ‘Yanında ekmek veremiyorum. Ekmek bile bulunmaz burada. Ekmeksiz köy burası!’

Tüm gece bakışlarınızı tavana dikip ‘Ne yaptım ben?’ diye kendinize söveceğiniz bir korkunç gece… Sabaha aldığınız karar

şu, aynı kağnıcıyla gerisin geri evinize dönmek. Hem de hemen. El ne derse desin. Bu kâbus yerde kalmanız mümkün değil!

Sabah bir uyanıyorsunuz ki kağnıcı çoktan çekmiş gitmiş. Karşınızda bir başka gariban, ufacık tefecik, sivri sakallı bir ihtiyar. Üstü başı dökülüyor, şahrem şahrem nasırlı ayaklarında parçalanmış pabuçlar, lime lime bir mintan. Sarı Çavuş’muş adı. Kendine görev bellemiş, illa köyü gezdirecek size.

İlk durak okul… Gözleriniz yerinden uğruyor resmen. Okul binası, dört yıkık dökük duvar, cam yok, pencere yok, içinde de muhtarın davarları otluyor! Ne bekliyordunuz ki zaten.

Şöyle bir dolanıyorsunuz etrafta. Her yer bataklık. O yüzden köy halkı sıtmadan kırılıyor. O vıcık vıcık çamur yemiş bitirmiş berekete dair ne varsa. Kısacası Keltepe köyünün katili işte tam da burası. ‘Sıtmabükü’ diyorlar oraya. Kocaman yeşilimtrak sinekler kaynıyor üstünde.

Haydin öğlen oluyor, iki yumurtaya yufkaları bana bana karnınızı doyurmaya çalışıyorsunuz. Baktığınız her yer sefalet, yokluk… Bir testide de su var. O kargaşada o sudan ne zaman bir yudum alsanız tadına hayret ediyorsunuz. Bu.. bu su nasıl böylesine lezzetli olabiliyor?

Sarı Çavuş: ‘Bu su, bataklığın tam ortasında Üçgöze’lerden çıkar “diyor, Hakkın hikmeti…’

Cidden o Sıtmabükü’nün tam ortasında bembeyaz kumlar arasında bir billur su kaynağı var. İnanılır gibi değil.

Meğer eskiden oralardan gürül gürül akan bir dere varmış. Kenarları hep söğütlük, meşelikmiş. Sonra sellerle önü tıkanmış o güzelim suların, kayalar inmiş içine, akıntı yolu kapanınca da olmuş size bir bataklık.

O ihtiyarcık, o üstü başı yırtık adamcağız, size bir güç veriyor anlattıklarıyla nedense. Bir gün önce dünya ayaklarınızın altından kayarken şimdi kendinizi güçlü hissediyorsunuz bir şekilde.

Ne yaptı bunu, bir yudum lezzetli su mu?

Düşünmeye başlıyorsunuz, belki de bir umut vardır.

Bataklık belki sadece yüzeydedir, ya altında o billur gibi su kaynıyorsa ?

Ertesi gün köyün imamını ziyaret ediyorsunuz. Yataktan kalkamıyor ne zamandır. Öyle aydınlık, öyle bilge, öyle tatlı dilli bir adam ki. Yattığı yerden size o ekmeksiz köyün tüm geçmişini anlatıyor, nasıl bir cennet mekânken bu bataklığa dönüştüğünü bir daha dinliyorsunuz…

Çıkışta bir müjdeli haber var ödül gibi: Muhtar okuldaki davarlarını almış. Samanları boşaltmış.

E hadi bir teşekkürü hak etti, bir ziyaret de ona. Öyle dertli ki adamcağız:

‘Bu gidişin sonu kötü efendi. Sığırlarımız ot diye toprak yalar. Ekini tarladan avuçlarla yolduk. Açız, hastayız.’

Anlayacağınız köy dağıldı dağılacak.

Ah şu Sıtmabükü! Canına okuyor herkesin.

Farkında bile olmadan Keltepe’de kalmaya karar veriyorsunuz. Her gün ertesi gün gidebileceğinizi düşünerek geçiyor zaman. Bir sabah köyün bağlı olduğu Polatlı’ya pazara gitmeye niyet ediyorsunuz. Gece kalacağınız hana doğru yürürken çay bahçesinde bir kalabalık çekiyor dikkatinizi. İlçenin tüm ileri gelenleri oturmuş sohbetteler. Bir babacan Albay var, anlattıkça anlatıyor neler yapmış Polatlı’ya, ne atölyeler, ne tamirhaneler, sayesinde bu kışlalar, bu lojmanların harcında taş taşımış herkes. Hah diyorsunuz, işte bana bu lazım. Herkes çekilince usulca sokuluyorsunuz Albay’a.

Yanından ayrılırken eline bıraktığınız ufacık not kâğıdı var. Ne mi yazıyor içinde? “ 5 büyük, 3 küçük pencere, 1 kapı, bir de yazı tahtası”.

Köye bir dönüyorsunuz ki mektep binası baştanbaşa sıvanmış, merdivenler yıkanmış, sulandırılmış toprakla her yer cilalanmış. Daha ona sevinmeye kalmadan iki gün sonra bir atlı arabayla pencereler, kapılar gelmiyor mu?! Hem yanında iki sandalye bir masa, iki de gemici feneri ile. Gazyağını bile unutmamış yollamışlar.

Var ya, dünyalar sizin oluyor, dünyalar!

Siz böylesine gayret ederken köylü durur mu? Bir güzel de kireç badanası yapılıyor okula. Artık ekmeksiz köyün o köstebek tümseği gibi zavallı evlerinin içinde pırıl pırıl parlayan bir bembeyaz okulu var!

O gün, işte o gün… Karar veriyorsunuz:

‘Eğer bu insanları bu perişan halden kurtarırsam, eğer yüzlerini güleç tutar, onları ümitlerle hayata bağlarsam… Bu Sıtmabükü günün birinde altın başaklı tarlalar, yemyeşil bostanlarla donanır mı? Bu köyde ölmüş bir çamur yığını değil, asil bir mayadan yoğrulmuş, uyandırılmaya muhtaç bir insan hazinesi var. Burada ben, açlığa, çoraklığa, bataklığa, sahipsizliğe rağmen toprağını bırakmayan, ona yapışan, yenilen, fakat geri çekilmeyen insanların arasında bir savaş cephesindeyim.’

Okulun açıldığı gün, köyün çocukları geliyor. Öylesine yabaniler ki, utanmaktan bahçe kapısına bile yanaşmıyorlar. Zorlamıyorsunuz onları. Gülümseyerek bekliyorsunuz. Sonunda içlerinden biri, ufacık tefecik bir kız çocuğu alacalı entarisini dalgalandırarak geliyor yanınıza. Bahar çiçeği gibi tazecik. Onunla birlikte öteki çocuklar da cesaret buluyorlar. Sıralanıyorlar mektepteki üç beş sıraya.

Kaldırıyorsunuz birer birer. İsimlerini söylemeleri lazım. Fakat o da ne? Çocukların hiç biri soyadlarını bilmiyor! Soyadlarını bilmiyorlar yahu, soyadlarını… Allahtan akıl edip tüm haneleri tek tek dolaşıp liste tutmuşsunuz, bakıyorsunuz önünüzdeki listeye, tek tek öğretiyorsunuz, ‘Oğlum senin soyadın Sungurlu. Söyle bakayım…’

‘Ben Gülizar. Hidayet’in bebesiyim.’

‘Ha kızım, senin adın Gülizar Alanlı. Tekrarla bakayım…’

Adım adım oluyor her şey.

Muhtar, komşu köylerden söğüt soymaları buluyor çatıyı devşirmek için. Siz gidip Toprak Mahsulleri ofisinin bahçesinde yere atılmış kiremitleri istiyorsunuz Müdür’den. E bir de Su İşleri Müdürlüğü’nden kamyon. Onların taşınması bile başlı başına iş. Okul soğuk çünkü. Her çocuk kolunun altına bir tezek sıkıştırıp geliyor ki ısınabilsinler. Çatı yapılmadan kış dayandı mı vay halinize… Çocuklar o tezeği taşımasın diye bir çare ararken İmam yetişiyor imdada. İmam hakkı, muhtar hakkı gibi, bu sefer de tezek vergisi kesiyorlar köylüye. Çocuğu olsun olmasın, herkes bir tezek verecek.

Okul tamam. Sıra geldi Sıtmabükü’ne.

Gencecik, idealist bir Kaymakam var. Onunla tanışmanız her şeyin dönüm noktası.

Öncelikle bir doktor yolluyor köye. Şu sıtma işi bir çözülmeli.

Demeye kalmadan Devlet Su İşleri’nden memurlar geliyor. Aman ne büyük olay, herkes ayakta, yürekleri ağzında.

Ve mucize başlıyor! Diyor ki o gencecik mühendisler, “Sen haklısın hoca, batalık fos, altında gürül gürül su kaynıyor. İnsan burasını sanki kendi yüzünü jiletle traş edermiş gibi kısa zamanda parlatır. Toprak bir kez meydana çıkınca da Sıtmabükü yokolur, olur sana Keklikpınarı. Sonra getirdiği altını kürekle karıştırırsınız.”

Anadolu’nun en berbat, en ölmüş köyünde, en fakir insanları arasında bir köy öğretmensiniz ama ümitler içindesiniz artık. Gönlünüz ferah. Keltepe ile Polatlı pazarı arasından başka dünyaları olmayan bu insanlara ufukların sınırlarını açmak, yarın açacakları kapıların anahtarlarını vermek sizin göreviniz.

Okulda gençlere akşam kursları, yaşlılara özel dersler, tüm köyün çocukları öğrenciniz artık. Bir Köy Odası açıyorsunuz ahali toplanıp muhabbet edebilsin diye. Hareketleniyor köy,

canlanıyor, güçleniyor, özgüveni artıyor günden güne. Biliyorlar ki Sıtmabükü denen canavar yenilebilir. Mümkün yani kaderlerini değiştirmek.

Ve değişiyor da.

O üstünde yeşil sineklerin uçtuğu sarı bataklığın ortasından billur bir akıntının özgürce süzülmesi ile başlıyor değişim.

Bir ekskavatör kepçesi yetiyor onu yenip yok etmeye…

Sulanan topraklar yeşeriyor, kadastrodan memurlar gelip köylüye toprakları dağıtıyor, Şeker Şirketi’nden mühendisler gelip pancar ekimini anlatıyorlar. O kıraç, o ölü topraklarda yumruk yumruk şeker pancarları büyüyor. İlk yıl için ekme, sürme hep şirketten. İlerde hesaptan düşülecek bunlar. Öyle de bir nimet ki bu pancar, 1.000 dönüm bereketli toprak 4.000 ton ürün veriyor. İlk avansı da elden getirmişler üstelik. Trink para. Hayatında mı görmüş Keltepe’liler onca kaymeyi bir arada… Bayram var, bayram!

Bununla da bitmiyor üstelik bir de şeker primi varmış ödenecek. Hem de parasız. Vagonlar yüküyle şeker. Hem de şahane bir adet var, şeker primi ‘kadınların’ hakkı, ona erkekler dokunamaz.

Muhtar inanamıyor hala. ‘Efendi, bizi bir adam yerine koydular ki şaşarsın!’

Efendim o Keltepe, o ekmeksiz köy, oluyor size ‘Keklikpınarı’. Artık bostanlar mı istersiniz, bağlar mı, 30.000 kavaklık köy korusu mu, kooperatifler mi, süthaneler mi, arı kovanları mı?

Asrın temposuna ayak uyduramamış, ama efendi bir millet onlar. Hem de dünyanın hazineleri üzerinde yaşıyorlar da farkında değiller.

Ta ki… Bir tek kişi… Oraya ayak basana kadar…

Hayatına küsmüş, yolun sonuna geldiğine inanmış bir emekli öğretmen, cennetin kapılarını açıyor onlara.

Havada, kökünden kopmuş, kendine yabancılaşmış bir aydın değil o.

Çamura batmışken bile elindeki bayrağı havada tutabilen biri…

Okuyanlar anlamıştır. Tanımayanlara bilgi vereyim, Şevket Süreyya Aydemir’in ‘Toprak Uyanırsa’ kitabı. Ağlaya ağlaya okudum! Burnumu çeke, çeke… Metroda, parkta, AVM’lerde, hiç utanmadan gözyaşlarımı akıta akıta okudum!

Ülkemin bu bereketli toprakları uyuyor diye ağladım. Toprak uyandığında olacak mucizelere tanık olduğum için ağladım.

‘Ben tek başıma ne yapabilirim ki?’ zihniyetinin nasıl yolumuzu tıkadığını bir kez daha fark ettiğim için ağladım! Çoğu yerde mutluluktan ağladım! Şahane bir film izler gibi…

Kimi zaman sadece ekmeğe muhtaç olmak da değil, ‘erdemler’ konusunda birçoğumuzun kendimizi o Keltepe sığırları gibi, açlıktan toprağı yalıyor gibi hissettiğimizi düşündüm!

Sonra dedim ki; Sıtmabükü bataklığı ile Keklikpınarı cenneti arasındaki fark incecik, ipincecik bir çizgi…

Adına da ‘bakış açısı’ diyoruz. Tıpkı umutla umutsuzluk arasındaki sınır gibi.

Ayağın bir taraftayken elinde karamsarlık var, diğerinde iyimserlik ve emek var.

Bu kadar yalın, bu derece basit…

Ne zaman kendimi umutsuz hissetsem ‘Sıtmabükü’nün bataklığı fos Bige.’ diyeceğim kendime. ‘Altında billur gibi su çağlıyor.’

O köy öğretmenini umutsuzluktan umut tarafına geçiren ilham bir yudum lezzetli su olmuş.

Sen… Bir bak etrafına, tertemiz bakışlı bir oğlan çocuğu, sana evladım diye hitap eden hiç tanımadığın bir teyze, elindeki ağır poşeti taşımana yardım eden pazarcı kardeş, bahçedeki kediyi

besleyen komşun, caddede ezilen martıyı kucaklayan adam, bastonlu annene tüm trafiği durdurup yol veren kamyon şoförü, apartman görevlisinin dünya tatlısı afacan oğlu, hepsi, hepsi birer ferah yudum su olsun aksın taa içine…

Ununu elemiş duvarına asmış, ama yine de konfor alanından çıkıp memleketine hizmet için çabalayan bir emekli öğretmen kadar olamayacaksan seni mutsuz eden hiç bir şey hakkında şikâyet etme hakkına sahip değilsin.

‘Sen’ harekete geçmeden, sen farkı yaratmaya başlamadan değişmeyecek hiç bir şey. Keklikpınarı’na ulaşmanın yolu buradan geçiyor.

Ama önce inanacaksın.

‘Sıtmabükü fos.’

‘Altında dünyanın en güzel suyu çağlıyor.’

Anlayacağın, beklediğin mucize Sıtmabükü’nün içinde.”

Bige Güven Kızılay

09.07.2018

***

Ünlü yazarımız Şevket Süreyya Aydemir‘in “Toprak Uyanırsa” adlı, öğrenciyi ve öğretmeni idealizme yönelten bu özgün yapıtını 1963-1966 yıllarında Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu öğrencisiyken dikkatle ve coşkuyla okudum!

Şimdilerde bile içimde o coşku var! İç sesim öyle diyor ve onaylıyor! Yazanın ve özetleyip okurlarına sunanın eline ve beyninize sağlıklar olsun, diyorum. Öğretmen temalı bir şiirimle yazımızı noktalıyorum.

Ayçiçeklerim

 

Ey benim ilkyazla açan ayçiçeklerim

Dikeniyle koklarken irkildiğim güllerim.

 

İlkgençlik çağınızda sizi anlamak güçtür

Öğretmenlik mesleği gerçekten çetin iştir.

 

Öğüdüm oluyorsa yine sizin içindir

Yıllar sonra neler düşünürsünüz kim bilir.

 

Yolumuz Ata yolu, ilkeleri ışığımız

Ata yenilikleriyle her zaman baş tacımız.

 

Uğraşımızdır güçlükleri sevgiyle yenmek

Öztürkçemizi, güzel dilimizi sevdirmek.

 

Derslerde sözcük sözcük, tümce tümce bir olduk

Bir yeni güne günaydınlarla kavuştuk.

 

Ahmet gelmemiş yine onu arar gözlerim

Gözler aydınlık, parmak kalkınca sevinirim.

 

Sizi güzel günlere götürmektir ereğim

Canım gençler, benim sevgili öğrencilerim.

 

Mutluluğunuz sevincimdir, acınız acım

Başarınızı görünce daha mutlanırım.

 

Sizi dizelerle anlatmak yetersiz

Tümünüzü çok sever şair öğretmeniniz.

 

Güllerden söz ederken gül kokulu gülgün de

Kırmızı gül uzattı: ‘ Öğretmenim al! ‘ diye.

 

Ey benim ilkyazla açan ay çiçeklerim

Dikeniyle koklarken irkildiğim güllerim.

 

Muhsin DURUCAN

Paylaş
Etiketler: Bige Güven KızılayemekliliğeKeltepe köyüneMuhsin Durucanöğretmenlik
Önceki Yazı

Sanayi Üretimi Beklentiyi Aştı

Sonraki Yazı

Trump Putin görüşmesinin kazananı neden Putin?

Muhsin DURUCAN

Muhsin DURUCAN

İlişkili Yazılar

40 Yıllık Meslek Hayatımdan
Edebiyat

Demli Bir Yazı

07 Kasım 2025
5k
Mesam Genel Kurulu AKM’ de Gerçekleşti 2025
Etkinlik

Mesam Genel Kurulu AKM’ de Gerçekleşti 2025

06 Kasım 2025
5k
Cumhuriyet Erdemdir
Gündem

Cumhuriyet Erdemdir

29 Ekim 2025
5k
Şiir Okumak & Türkü Dinlemek
Edebiyat

Şiir Okumak & Türkü Dinlemek

24 Ekim 2025
5k
Sonraki Yazı

Trump Putin görüşmesinin kazananı neden Putin?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Trendler
  • Yorumlar
  • En son
Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

22 Mart 2019
Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

24 Ocak 2016

Yok Saymak

28 Mart 2020

Yıldızname Baktırmak Günah mı…Günah…

09 Haziran 2022

Keltepen’in Taşları /Şu Akkuşun Gürgenleri

18 Nisan 2020
Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

21 Eylül 2022

Tüketicilerin Süt Tozu Dilekçeleri!

97

Fethullah Gülen’e 19 Soru

72

Ayasofya Açılsın Zincirler Kırılsın

70

İslâm Dışı Bir Uygulama: Çocuk Sünneti…

45

Gıda Mühendislerinin Petek Ataman’a Çağrısı

40

Şarkı Sözü Alan Var mı?

39
Bebeğim

Bebeğim

06 Aralık 2025
Güvenlik Görevlisi

Güvenlik Görevlisi

06 Aralık 2025
Aklımda Bir Ses Var

Aklımda Bir Ses Var

06 Aralık 2025
Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

05 Aralık 2025
Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

05 Aralık 2025
Ve Bilirsin

Ve Bilirsin

05 Aralık 2025

Köşe Yazarları

Türkiye Deprem Haritası

 

Ayın Sözü

Lütfen Duyarlı Olalım!

de, da vb. bağlaçlar ayrı yazılır.

Cümle bitişinde noktalama yapılır. Boşluk bırakılır, yeni cümleye büyük harfle başlanır.

Dilimiz kadar, edebiyatımıza da özen gösterelim.

Arşiv

Sosyal Medya’da Biz

  • Facebook
  • İnstagram
  • Twitter

Entelektüel Künyemiz!

Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.

Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.

Yayın Kurulu

Kent Akademisi Dergisi

Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management

Ayın Kitabı

Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,

Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.

Gazetemiz TİGAD Üyesidir

YAZAR PORTAL

JENAS

Journal of Environmental and Natural Search

Yayın Referans Lisansı

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.

Bilim & Teknoloji

Eğitim & Kültür

Genel Eğitim

Kişisel Gelişim

Çocuk Gelişimi

Anı & Günce

Spor

Kitap İncelemesi

Film & Sinema Eleştirisi

Gezi Yazısı

Öykü Tefrikaları

Roman Tefrikaları

Röportaj

Medya

Edebiyat & Sanat

Sağlık & Beslenme

Ekonomi & Finans

Siyaset & Politika

Genç Kalemler

Magazin

Şiir

Künye

Köşe Yazarları

Yazar Müracatı

Yazar Girişi

Yazar Olma Dilekçesi

Yayın İlkeleri

Yayın Grubumuz

Misyon

Logo

Reklam Tarifesi

Gizlilik Politikası

İletişim

E-Posta

Üye Ol

BİLGİ, İLETİŞİM, SANAT ve MEDYA HİZMETLERİ YAYIN GRUBU

 INFORMATION, COMMUNICATION, ART and MEDIA PUBLISHING GROUP

© ICAM Publishing

Gazetemiz www.yazarportal.com, (Yazarportal) basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Yazıların tüm hukuksal hakları yazarlarına aittir. Yazarlarımızın izni olmaksızın, yazılar, hiç bir yerde kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz.

Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta

© 2008 - 2021 Yazar Portal | Türkiye Interaktif Köşe Yazarı Gazetesi

Yeniden Hoşgeldin

Aşağıdan hesabınıza giriş yapın

Şifrenimi unuttun?

Parolanızı alın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş yap