Medrese ve Yokluk
Medrese eğitimi, genellikle maddi imkânsızlıklarla şekillenirdi. Ancak bu yokluk, medrese öğrencileri için bir fırsat ve bir sınavdı. Maddi sıkıntılar, öğrencileri sadece manevi olgunlaşma yolunda değil, aynı zamanda içsel bir direnişle de yüzleştirirdi. Yokluk, bir medrese öğrencisinin nefsini terbiye etmesi, dünyaya bağlılık duygusunu kırması için önemli bir araçtı.
Tasavvufî bakış açısına göre, yokluk, varlığın anlamını keşfetmek için bir fırsattır. Maddi yokluk, manevi zenginliğe giden yolu açar. Medresedeki eğitim, öğrencilere, maddiyatın geçiciliğini, gerçek zenginliğin ise manevi olgunlukta olduğunu öğretirdi. Bu yokluk, bir nevi dünyadan el etek çekmek ve yalnızca Allah’a yönelmektir. Öğrenci, kendi nefsini ve dünyevi isteklerini bir kenara bırakır, sadece ilim ve hikmet yolunda ilerlerdi.
Medrese bize şunu öğretti:
İlim, kalbin nasibiyle büyür. Vefa, çileyle kemâle erer.
Kardeşlik, susarak sabretmenin meyvesidir.
Şimdi taşıdığımız her dua, o günlerin sessiz feryadıdır; ve yarınların habercisidir.
Biz, taş duvarların ardında birbirimize kavuşan, sabrın ve duanın çocuklarıyız.
Şahit olsun melekler: Medrese toprağında yoğrulanlar, unutmaz birbirini.
Bir kültürün ve inancın “dirilişinin” sembolü: Medrese
Medrese, bir kültürün ve inancın “dirilişinin” sembolüdür, onun varlığını sürdüren ve yarına taşıyan bir yapıdır.
Abartı sayıla bilir, ama bir inancın varoluşu, yarınlara uzanışı idi medrese.
Medrese, yalnızca geçmişin bir izi ya da taş duvarlar ardına gizlenmiş bir kurum değildir. O, bir inancın kalbidir; köklerini maziden alıp, dallarını istikbale uzatan canlı bir diriliş mekânıdır. Abartıdan değil, hakikatin özünden doğan bu tanım, medresenin tarihsel ve kültürel rolünü hakkıyla ortaya koyar. Çünkü inanç, yalnızca bireysel bir tasdik değil, nesilden nesile aktarılan bir bilinçtir; bu bilincin taşıyıcısı da ilim ve irfanla yoğrulan medreselerdir.
Her medrese kapısı, bir dirilişin eşiğidir. O kapıdan geçen her birey, sadece bilgiyle değil, aynı zamanda bir ruh terbiyesiyle donanır. Bu yüzden medrese, sadece öğretmez; inşa eder. Gönüllerde yeniden doğan inanç, medrese aracılığıyla şekil bulur, kimlik kazanır ve hayatın her alanına sirayet eder.
Bu bağlamda medrese, tarihsel bir yapı olmanın çok ötesindedir. O, toplumsal hafızanın, dinî sürekliliğin ve kültürel istikrarın ana damarlarından biridir. Onun yokluğu, sadece bilgi kaybı değil, bir dirilişin sekteye uğraması anlamına gelir.
Ey gönül ehli! Bil ki medrese, inancın sessizce haykırdığı, ilmin irfana dönüştüğü yerdir. Ve o yer, bu diriliş çağrısını hâlâ taşır; duvarlarında değil, ruhunda yankılanan bir hakikati bugüne ve yarına taşır.
Medrese bir dirilişi sembolü!
Medrese, bir inancın yalnızca bugündeki varlığını değil, aynı zamanda geleceğe uzanan dirilişini temin eden asli bir yapıdır. Onun önemi asla bir abartı değildir; çünkü bir inanç, ancak onun gibi köklü kurumlar aracılığıyla diri kalır, yaşar ve nesilden nesile aktarılır. Bu bağlamda medrese, sadece bir eğitim kurumu değil, inancın ve kültürün özünü muhafaza eden, onu hayata taşıyan bir diriliş kaynağıdır.
Tasavvufî ya da felsefi açıdan bakıldığında da bu hakikat pekişir: İnanç, her nesilde yeniden doğar; bu doğuşu mümkün kılan ise medresedir. Medrese, inancın gönüllerde yeniden kök salmasını sağlayan manevi bir mekân ve sürekliliğin teminatıdır.
Medrese, bir mekândan fazlasıdır: bir ruh terbiyesi, bir kalp inşası, bir manevi uyanıştır.
Bizler, vaktiyle toprak altında unutulmuş çekirdeklerdik.
Burada öğrenilen ilim, sadece kelimelerle değil; sabırla, vefa ile gözyaşıyla yoğrulmuştur.
Her taş, her soğuk gece, her sessiz dua birer şahittir buna.
Biz, medreseden yalnızca kitaplar taşımadık; birbirimizin yüreğini, birbirimizin duasını taşıdık.
Şimdi, geçmişin sessiz dualarıyla geleceğe yürüyen birer hatıra değil; birer nefes olduk.
Ve her adımımız, sonsuzluğa açılan bir kardeşlik destanı gibi donuk olsa da yankılanmaya devam ediyor.
Medreseler: İlimle Yoğrulan Taş Duvarlar
Asırlardır taş duvarlar arasında şekillenen irfan, günümüz kalabalıkları arasında kaybolmaya yüz tutmuştur.
Medreselerin Doğuşu ve İrfan Mirası
Medreseler, İslam dünyasının ilim ve hikmet ocakları olarak doğmuş, camilerin gölgesinde şekillenmiştir. İmanla ilim, ibadetle düşünce iç içe yoğrulmuş; mescidin sükûnetinde yeni nesiller yetiştirmiştir.
Medrese ve Eğitim Özgürlüğü
Medrese sistemi, öğrencilerine olağanüstü bir özgürlük tanımıştır.
Talebe, ilmini de hocasını da seçmekte serbestti. Öğrenci, gönlünün meylettiği irfan kaynağına doğru yol alabilirdi; hoşnut olmadığı yerden ayrılma hakkına sahipti.
Birebir İlim: Seyda ve Talebe İlişkisi
İlim, bir toplu ezberden ibaret değildi; birebir aktarılan bir hayat tarzıydı.
Talebe, “Seyda” denilen hocalardan bireysel dersler alır, gece sessizliğinde tekrarlar ve seher vakti müzakerelerle bilgiyi içselleştirirdi. Öğrenme ve öğretme aynı anda yaşanırdı.
İlimle Geçen Bir Gün
Medrese talebesinin günü sabah namazıyla başlar, gece yarılarına kadar süren bir ilim meşakkatine adanırdı. Kur’an tilaveti, metin ezberi, müzakere ve tekrar, günün manevi ve zihinsel ritüelleriydi.
Kültürün ve Kimliğin Taşıyıcıları
Medreseler yalnızca dini bilgiler öğreten kurumlar değil, aynı zamanda halkın kültürel hafızasını taşıyan müesseselerdi. Dil, edebiyat ve gelenek, bu taş duvarlar arasında nefes almaya devam ederdi.
Kaybolmak Üzere Olan Bir Dünya: Yetim Medreseler
Bugün, bir zamanlar ilimle yankılanan ve öncüler yetiştiren medreselerde sessizlik hüküm sürmekte.
Yetim kalan medreseler, eski irfanın soluk bir yankısıyla zamanın karanlık dehlizlerinde kaybolmak üzeredir.
Bir avuç
Biz bir avuç gençtik.
Tozlu medrese odalarında, dökülen sıvaların, gıcırdayan tahta sedir ve kapıların arasında büyüyorduk.
Her sabah erkenden uyanır, yıpranmış kitaplarımızı kucaklar, ilim uğruna diz çökerdik.
Bir lokma ekmek, bir yudum çay, bir satır ilim… İşte sermayemiz bunlardı.
Ne soğuk, ne açlık, ne de yalnızlık bizi yıldırabildi.
Çünkü inanıyorduk.
Biliyorduk ki, her harf için dökülen ter, her sabırla beklenen saat, yarınlarımızı inşa edecekti.
Özlem
Pardon… Seni unutmadım. Unutulacak gibi değilsin ey özlem!
Peki, özlemiyor muyduk evimizi, annemizi, babamızı, kardeşlerimizi, bacılarımızı?
Robot değildik ki! Kalp taşıyorduk, can taşıyorduk.
Elbette özlüyorduk.
Ama bu özlemi yarınlara, yarınlara, yarınlara erteliyorduk.
Zira inanıyorduk ki, bugünlerde çekilen cefa, yarınların aydınlığına kapı aralayacaktı.
Buna gönülden inanıyor, böyle hayal ediyorduk.
O daracık odalarda, soğuk taş duvarların arasında, kimi zaman bir dua gibi, kimi zaman bir iç çekiş gibi sessizce büyüyordu hasretimiz.
Ama hiçbir zaman şikayet etmedik.
Çünkü biliyorduk: İlmin yolu dikenliydi, aşkla yürünürdü.
Ve biz aşkı seçmiştik.
Ne özlem, ne yorgunluk, ne de yalnızlık bizi yolumuzdan çevirebilirdi.
Çünkü biz yarınların tohumunu bugünün toprağına gözyaşlarıyla ekenlerdendik.
İlahi, bizi kardeşlik ağacının dallarında ebedî bir yaprak eyle.
Bizi kardeşlik bağıyla bağla, vefayla yoğur, sabırla yeşert ve vuslatla buluştur.
M.Burhan Hedbi























