Sözcüklerle hem dem olmayalı hayli zaman geçti dostlar… “Karabatak” derdi Sevgili Ahmet Hocam Üniversite yıllarındayken. 18 yaşında; Belinde aynalı kemeri, peştamal poşu desenli şalları, 40 kg, kara kuru zayıf esmer kız. Bir kantinde bütün okula mantı dağıtıyor, bir kütüphanede kitap kovalıyor. Sık sık görünüp kaybolduğum için yada olur olmaz her şey başımın altından çıktığı için öğrencilik yıllarımda gururla, hakkını da sonuna kadar vererek taşıdım lakabımı…
Seneler hızla geçti.. Okul koridorlarının yerini Şirket departmanları aldı, aynalı kemerlerin yerini düz siyah pantolon kemerleri süsledi… 18 yaşının üstüne bir 6 yaş birde 10 kg eklendi… Seneler hızla değişti… Cep telefonunun rehberindeki isimler yerini ballı darçından, pıtırcıktan bilmem ne hanımlarla beylere bıraktı. Masaları süsleyen mili isimli papatyalar orkidelere devretti… Zamanlar ve mekanlar değişti.. Menzile varmak için çıkılan yolculuklarda öğrenci akbilinin yerini bozuk paralar aldı…
Tam değişime ayak uydurmaya çalışıyorken bambaşka bir hayat Merhaba dedi…
Tiyatro sahnelerinden inip gelinlik provalarına koşturma vakti geldi.. Senelerce her ay bıkıp usanmadan özenle alınan takip edilen dergilerin yerini havlu kenarları, bohçalar, tencere tavalar aldı…
Senelerce balık ekmek için kullandığım yada Sarayburnunda bakır çaydanlıktan çay içmek için gittiğim Eminönü nün yepyeni yüzlerini keşfettim. Meğer bohçaların olmazsa olmazları beyaz don ve çorapların, envai çeşit yazma, örtü, kına tepsisi allı pullu her şeyin diyarıymış Eminönüm….
Senelerce en sevdiğim gazetecilerimin, en sevdiğim yazarlarımın ayak seslerini tekrar tekrar duyarım umuduyla her bir taşında itinayla dolaştığım Babıali davetiye ler kartvizitçiler diyarıymış…
Özellikle yağmurlu havalarda ya da ılık yaz akşamlarında elimde en sevdiğim kitabım, kulağımda müziklerim, her bir yudumunu koklaya koklaya içtiğim, en güzel ben yaparım dediğim kahvem meğer Kız İsteme Merasimlerinin baş kahramanıymış ve asla kayınvalide karşısında köpürmezmiş… (Senelerce içtiğim kahveyi bile yeni tanıdım)
Senelerce dostlarla karış karış her yanına selam ede ede dolaşılan Sultanahmet, Çemberlitaş, Kuzguncuk, Üsküdar, Sarayburnu ve Ortaköyümün yanında, yabani ot gibi her yana dağılan AVM lerdeki Karaca, Jumbo Kütahya Porselen ve bünyeye ters gelen envai çeşit mağazalar varmış dost şehir İstanbulumda.
Sen her şeyi düşünürsün Tefal yalnızca canım anneciğimin lakabı değil gerçektende kızartma tavası satarmış…Cüzdanda biriken bozuk paralarla dergi, gazete, saman kağıdı almak yerine sarımsak döveceği, limon sıkacağı yada tereyağlık almaya, koltukların aynı zamanda yatak olması ama çok yer kaplamaması ama aynı zamanda da altına 2 oda 1 solan evin tüm ıvırını zıvırını almaya ikna edilmesi gerekirmiş…
Mahremim dediğim, Şark odası şeklinde döşediğim, cam kenarını boydan boya sedir yaptırdığım, 2 duvarı boydan boya kitaplık olan, duvarında Ney im, altında kilim desenli tablolarımla yattığım benim odam değilmiş dünyadaki bana ait olan asıl yuva…. İçinde yalnız kalmaktan korktuğum, dokunduğum hiçbir eşyasında hiçbir yaşanmışlığımın olmadığı eşyalarmış benim asıl yuvam evim mahremim ….
Çamaşır suyu aslında yakmıyormuş ellerimi, yemek yapmayı biliyormuşum mesela….
Öğle aralarında Google Amca; sinema, tiyatro ve sergi ilanlarından ziyade mobilya mağazalarına bakmak için de ziyaret edilebiliyormuş.. Arkadaşlarla eğlenmek için yapılan organizasyonlarda atılan göbeklerin en eğlencelisi Ankaralı Turgut eşliğinde Nişanda ve veda toplantılarında atılıyormuş..
Deri bilekliklerin yerini kollar, altın bileziklere bırakalı, bir hayli şey değişti işte hayatımda….
Önceki yazılarımdaki gibi anlatacak bir tiyatro oyunum yada keşfettiğim yeni bir diyarım yok…
Lakin hayata dair yaşama dair çok şeyler keşfettiğim bir dönemdeyim…
Ne demiş kelam kalem ve gönül üstadı Mevlana;
Sevmeyi ögrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı oldugunu,
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kuruldugunu ögrendim.
Sevdim, güvendim..
Şimdide onunla bir hayata Merhaba demek için ‘Evet’ diyeceğim günlerin arefesindeyim….