Muhtelif zamanlarda az da olsa bazı seyahatlerim olmuştur. Gezdiğim yerlerde, sabah ışıdıktan az sonra şehri dolaşmak alışkanlıklarımdan. İnsanların mümkün olduğu kadar az olduğu bu zamanlarda şehri adeta solursunuz.
Sabahın tenhası, akşamın ıssızlığından çok farklıdır. Akşamın yorgun bir telaşı vardır. Sabahları ise daha dinç insanların yarınlara ait umutları vardır.
Biz gelelim Terme’ye…
Sabah ışımadan önce Samsun Havaalanına bir yolcu bırakmıştım. Dönüşümde gün yeni ışımıştı. Güneşin ilk ışıkları şeri yavaş yavaş aydınlatıyordu. Her geçen dakika gölgelik alan azalıyordu.
Terme’de yedi sene içinde yedi ayrı kurumda çalışmış olmanın verdiği tecrübeyle biraz da insan dışı varlıkları seyretmek istedim. Önce kurşuni rengin hâkimiyetinde bulunan Terme’yi ikiye bölen ırmak güneşin de katkısıyla yavaş yavaş açılıyordu.
Bazen boz bulanık çağlayarak akan bu ırmağın şehrin güvenliğini de tehdit ettiği vakidir. Her ırmak denize ulaşmak için kilometrelerce yol alır. Ancak Terme’de ırmaklar bir göl yüzeyi gibi sabit duruyor görüntüsü veriyordu. Sanki suyun yüzeyi değil de dibinden denize ulaşıyordu.
Güneş yavaş yavaş şehrin her yerinden görünmeye başlarken sokağın sesleri de değişiyordu. Gün doğmadan duyulan kurbağa vıraklamaları, kuş cıvıltıları, rüzgârın tesiriyle yaprak hışırtıları yerini tanımsız bir uğultuya bırakıyordu.
Samsun tarafından gelirken, Termeye ayrılan yoldan içeri adım attığınızda yolun sağ tarafının akşamdan park edilmiş muhtelif taşıtları ip gibi dizilmiş halde duruyor göreceksiniz. Muhtemel Terme’ye Ordu tarafından girince de buna benzer görüntüler sizi karşılayacaktır.
Sokakta gece boyu nerede barındığı belli olamayan kediler ve köpekler herhangi bir “tehlikeye” maruz kalmadan geceyi geçirmişlerdi. O zamanlar, sokaklarda insan olmaması onlar için büyük şanstı. Artık kurbağalar ile kuşlar nağmelerini gecenin oluşuna kadar erteleyecekler. Sararmış yaprakların hışırtısı, insan ve makine gürültüsü arasında kaybolup gidecekti.
Her sokak başında dünden kalma hesaplaşmalar, hamal arabaları, şık giyimli insanlar, iş aramak için akşama kadar koşturan garibanlar, politikaya atılmak için nabız yoklayanlar, sporcu ve sanatçı olma hayali kurmak isteyenler, “tezgâhlı” veya “tezgâhız” dilenciler, garibanlar ve hedefsizler; şehrin mevcutları ve mensupları olmaya devam edecekler. Çöpten geçimini temin etmek için yiyecek ve eşya toplayanlar da bu mevcudun müntesiplerinden olacaktır.
Park edilmiş otomobiller sabaha kadar dinlenmişler ve birazdan kendilerine has makine homurtularıyla birlikte sahiplerinin istediği sokaklarda yol alacaktır.
Ben şehri dolaşmaya devam ediyordum.
Şehrin en eski yapılarından biri olan Pazar Camii; sanki ilçede mermer veya ağaç yokmuş gibi PVC denilen nevzuhur bir madde üzerine yapılış tarihi yazılmış. Yazılana göre hicri 1016, miladi 1607 yılında ibadete açıldığı anlaşılıyor. Ancak kısa da olsa bir hikâyesi olsaydı çok güzel olurdu.
Sokaklar şehrin yazılı olmayan tarihidir. Ancak mimarisi dönemi ile ilgili bilgi verir. Yaklaşık yirmi yıl ile seksen yıl aralığında bulunan muhtelif binalar var. Şehir Hamamı ise taş yapısıyla kendinin eski olduğunu belli ediyordu. Yazıldığı tabelanın pas tutmuş olması ve el ile yazılmış olması ayrı bir özellik veriyordu.
Günlerden Pazar olması sokaklarda öğrenci olmaması demekti. Zaten tatil ile pazar kelimesi nerdeyse eş anlamlı bir kelimeydi. Özel sektöre ait bazı işyerleri diğer günlere nazaran daha geç açılıyordu.
Şehrin bilindik caddelerinin dışında, yani sokak aralarında da biraz dolaştım. Bazı evlerin küçücük bahçeleri vardı. Her bahçede çiçekler ve bazı ağaçlar bulunurdu. Bazı evlerin önünde nasıl olduysa palmiye ağaçları vardı. Bir Akdeniz bitkisi olan bu belirli bir gövdesi ve dalı olmayan bitkinin yanında komşu evin önünde incir ağacının bulunması epey ilginç bir durumdu.
Evinin önüne incir ağacı diken hane sahibi ile palmiye diken hane sahibi nasıl bir tercihle bunu yapmıştı anlayamadım. Ancak biraz düşündüm.
Bir şehri sevmek istiyorsanız orada fazla kalmamanız gerekli. Ülkenin özellikle bölgenin muhtelif yerlerinde kâh iki saat, kâh iki gün dolaştım. Ancak bu zaman dilimi içinde aklımda hep güzel yanları kaldı. Falancayla filancanın husumeti, hayatın zorluğu, bürokratik engeller vs. gibi şeylerin varlığından haberdar olamazsınız. Bir yerde ne kadar uzun süre kalınırsa bazı kırgınlıkların olması muhtemeldir.
Terme’yi bir güz mevsiminde tek başıma dolaştım. Elbet her sokak arasına girmem mümkün değildi. Ancak yedi sene kaldığım bu şehirde acı tatlı günlerim oldu. Güzel insanlarla tanıştım ve dost oldum. Bir fırsat bulup, şehir uyanmadan arşınladım sokakları. Bir hatıra olarak yazılabilecek kadarını, kaleme alarak şehre bir mim de biz koyalım istedim.
Ne de olsa yedi yıldır Termeliyiz. Daha fazlasını ise Terme’de daha fazla kalanlar yazar.





















