Mazisi ve dolayısıyla deneyimleri kim bilir kaç bin yıllara dayanan, şu insanlığın içinden süzülerek gelmiş bazı çok isabetli sözler vardır.
Herhalde bunlardan biri de “sen kiminle birlikte olduğunu söyle, ben sana kim olduğunu söyleyeyim.” Klişesi olmalı.
Bir insanı tanımanın ya da tanıtmanın en kestirme yolu.
Belki de bir insanın “kendini tanımasında bile” kullanılması gereken ölçü.
Başka sözler de var bu konuda söylenmiş:
– Hoca hocayı tekkede, deli deliyi dakikada bulurmuş,
– Kömürcü ile dolaşanın eline kara bulaşır
– Kör (Doğrusu görme özürlü olmalıdır) ile yatan şaşı kalkar vb.
Anlaşılıyor ki, toplum birinin kimliğini algılarken onun ne yaptığının, ne söylediğinin yanında; kimlerle gezip dolaştığına, kimlerle işbirliği içinde olduğuna, eşine, dostuna bakarak da değerlendiriyor.
Hele siyasette!
Bu insan, insanla ilişkinin en yoğun olduğu meslekte; kişileri birbirine kimliklerin, söz ile eylem birliğinin, fikir ile zikirdeki tutarlılığının bağladığı bu alanda.
Bazen tersi de olabilir mi?
Olur tabii.
Ama eğer asıl belirleyici olan kişinin öz değeri değil de, toplumun onu nasıl algıladığı ise, birisi için “nasıl bilirsiniz” dendiğinde “yaygın kanıları öğrenebilmek için yine o toplumun ürettiği, benimsediği sözlere bakmak gerekiyor.
Diyelim, adam dürüst tüccarmış.
İş ortağı sahtekâr mı, sahtekâr.
Dostça yaklaşıp “yahu ben kendimi ondan kollarım ama bu adam seni kazıklar” diyorsunuz, “yok canım” diyor. “biz birbirimize güveniyoruz, bak kaç zamandır bir zararını görmedim.”.
Sanırsın ki adam derviş. Dünya malında gözü yokmuş; üstelik vur ensesine, al ekmeğini.
Ama yanındaki paragöz mü, paragöz.
Yapma yahu” diyorsun, satar seni punduna getirirse; “yok yok” diyor “ben ona güveniyorum”
Adam dürüstmüş.
Burnunun doğrultusunda gidermiş.
“Hayatı filim o adamın” diyorlar, yanına alma.
“Ama bana bir şey yapana kadar masum sayılır, üstelik daha bir şey yapmadı ki” diyor.
Ne düşünürsünüz?
Vardır elbet bu tavırların da bir hikmeti mi?
Siz eğer “bana ne canım bütün bunlardan” diye düşünüyorsanız “kendi, düşen ağlamaz der çıkarsınız işin içinden. Ucu size dokunmadıkça da ilgilenmenize gerek kalmaz.
Siyasetle ilgiliyseniz durum çok farklı.
Malum, siyasetçilik hem “bana neyi kaldırmaz,” üstelik hem “algı yönetme” sanatıdır derler.
Siyaset argosunda “pazarlama” “adam parlatma” diye de geçer ya,
siyasette herkes birbiriyle ilgilenir, sürekli birbirini algılamaya çalışır.
Siz siyaset için ne olursanız olun, sonucu belirleyen toplumun sizi nasıl algıladığıdır. Siyasette, Bu algıyı iyi yönetirseniz iyi, kötü yönetirseniz kötüsünüz demektir.
Adam “yaramazdır ama şöyle ya da böyle bu işi iyi yönetip toplum gözündeki ayarını yükseltmiştir, bakarsınız ondan iyisi yok derler. İşin iç yüzünü kim bilebilir ki “ah şu adam bir gelse başımıza!” Düşüncesine kapılmıştır toplum.
Adam çok “değerlidir, ama algıyı yanlış yönetiyorsa kaderini de öyle yönetmektedir. Sonu bir gün o değerleriyle baş başa kalmak olabilir.
Şimdi siz de siyasettesiniz ve etraftan nasıl algılandığınızı merak mı ediyorsunuz?
Bırakın aynaya bakmayı, size nezaketen gösterilen kabulleri, iltifatları bir kenar atın ve etrafınızdakilere, evet o kendi etrafınızdakilere bakın sadece.
Hemen yanı başınızdaki yol arkadaşlarınız, siyaset ortaklarınız, seçip görevlendirdikleriniz, yardımcılarınız, danışmanlarınız kim?
Kiminle oturup konuşuyor, kiminle kafa kafaya veriyorsunuz?
Hayalinizde diziverin hepsini yan yana, sonra ortalarına geçip bir “aile fotoğrafı” çektirin.
İşte o fotoğraf sizin için belki sadece bir hayalden ibaret olacaktır ama bilin ki bu toplumun kafasındaki gerçek fotoğrafınız aynen odur.
Toplum sizi bu fotoğrafla, beğeniyorsa şanslısınız.
Beğenmiyorsa ne diyelim?
Belki kendinize göre “haklısınızdır ama maalesef bu algıyı yönetemiyorsunuz demektir. Dönen dönsün, biz dönmezek doğru yolumuzdan. (Pir Sultan Abdal)