Küçük bir şehir turu yapıyoruz. Kenar mahallelerden birinden geçerken boş bir arsaya park etmiş minibüs ve kamyonet tarzı araçlar görüyoruz. Şoförümüz diyor ki, bunlar göçebe. Nerede iş bulurlarsa orada yaşıyorlar. Küçümser bir tavırla söylediği sözlerden sonra daha bir dikkatli bakıyorum gruba. Gayet sağlıklı görünen esmer yüzlü, güleç çocuklar, bolca gürültülü, konuşan büyükler var.
Aklımdan o hayatın ne kadar zor olabileceğine dair düşünceler geçiyor. Bulaşık, çamaşır yıkamak, banyo yapmak gibi ama içimdeki sesi susturuyorum…
Bu grup bana başka birilerini hatırlatıyor. Kestirme olarak kullandığım apartman aralarındaki dar yolda sık sık karşılaştığım iki genç kızı… Benim belirli saatlerde kullandığım o kestirme yolda onlar da mesai yapar gibi hazır bulunuyorlar. Her karşılaşmamızda biraz daha bilgileniyorum haklarında…
Belli ki büyük bir grubun üyesiler ve belirli bir saatte onları geri toplayan yakınları var. Bazen bir ekmek parası, bazen bir yemek parası istiyorlar. Bazen ellerinde satacak mendilleri oluyor. Bazen de onları gözden uzakta bir kuytuda mola verirken görüyorum. İki kız ellerinde bir çekirdek paketi, çekirdek çitliyor veya sakız çiğniyorlar. Ayaklarında genellikle terlik oluyor. Üzerlerinde rengi solmuş bir kazak ve pantolon. Diğer tüm genç kızlar gibi ellerinde telefonları yok.
Hava yağmurlu da olsa açık da onlar hep yüksek sesle sohbet ediyorlar. Bir kez mutsuz, bir kez kederli görmedim. Öylesine içten, zevk alarak yaşıyorlar ki hayatı, insan şaşmadan edemiyor…
Bir eli yağda bir eli balda gençler dolu çevremde. Her istedikleri yapılmasına rağmen mutsuz ve tatminsizler.
Acaba diyorum kaygı, endişe veya mutluluk gibi duygular gen transferi ile mi geçiyor.
Böylece karnı aç, üstü çıplak toplumlar bize yaşam dersi verir gibi imkansızlıklar içinde mutlu ve umut dolu yaşıyorlar…






















