2. BÖLÜM VE 5.KISIM
Adıgüzel ile Gülçüçek’in aşklarının devamı.
Parabaş Süleyman, anacığım bağırıp çağırmana gerek yoktur. Kaldı ki endişelenecek bir durumda söz konusu değildir. Ne var ki Adıgüzel’in eve gelmesinin gecikmesine endişelenmiştim. Çok şükür korktuğum gibi bir durum söz konusu değildir. Meraklanmana da gerekte kalmadı artık, diyor.
Ne demek meraklanmana gerek kalmadı oğlum yüreğim yarıldı. Ben sizin ananızım, her şeyi bilmek benim hakkım değil midir?
Anasının bu sözü üzerine Parabaş Süleyman, peki anacığım o zaman bugün yaşadığım korkuyu anlatayım da, öğrenmiş ol, diyor. Anasının yanına oturarak gün boyu endişelerini anlatmaya başlar.
Bak anacığım, ben Adıgüzel’in vaktinde gelmediğini öğrenince, doğrusu içim rahat etmedi. Hemen arkasını aramaya çıktım. Önce çobanların yanına gittim. Çobanlardan, Adıgüzel’in kendilerine her zamankinden çok geç geldiğini, yiyecekleri verdikten sonrada, çok beklemedin gerisin geri gitti, dediklerini öğrendim. Bunun üzerine, yol boyu sağa sola bakarak eve doğru gelmeye başladım. O anda pınarın olduğu yerde atını fark ettim. Doğruca atının yanına gittim. Bir baktım ki, Adıgüzel pınarın başına oturmuş elindeki bir demet çiçeğe su atıp duruyor. Neden geç kaldığını, niçin burada olduğunu sordumsa da, sözüme cevap vermedi. Kaldı ki yol boyu bile konuşmadan geldik. Durum bundan ibarettir. Artık ne olup bittiğini anası olarak sen öğrenirsin. Sağsalım geldiği içinde endişe edeceğin bir durum yok artık, diyor.
Ana oğul Adıgüzel ile ilgili söyleşirken, Adıgüzel’de atını ahıra bağladıktan sonra, gelip anasının ve abisinin yanlarına oturur.
Güzel anam, benim için endişe edecek ortada bir durum yoktur. Yorgunluktan olacak ki, pınarın başında uyuyup kalmışım o kadar.
Adıgüzel, yaşadıklarıyla ilgili annesine hiçbir söz söylemez. Sadece elinde tutmuş olduğu çiçek demetini anasına uzatarak, bunlar sana emanet, sakın solmasınlar ve kurumasınlar, der!
Güzel oğlum bu çiçeklerden çok ne var. Ben sana her gün toplayıp getireyim. Yeter ki senin gönlün hoş olsun. Ama şimdiye kadar böyle çiçekli falan gelmezdin. Şimdi bu çiçekler neyin nesi söyler misin?
Adıgüzel, anasının yüzüne bakarak başını sallar. Yok anacığım yok, bu çiçekler başka çiçeklerdir. Sen bunları yeter ki koru, dedikten sonra kalkıp gider.
Peki, güzel oğlum, senin dediğin gibi olsun. Elindeki çiçekleri götürür küçük bir toprak küpün içerisine koyar. Kurumasınlar diye de, bir maşrapa su döker. Sonra da gelinlere, kızlara ve çocuklara seslenir. Bu küpün içine koymuş olduğum çiçekler, Adıgüzel’indir. Hepinizin haberi olsun. Sakın ola yolasınız. Duydunuz mu beni, diye de seslenir!
Adıgüzel anasının yanından ayrıldıktan sonra, doğruca odasına giderek yatağına uzanır. O gün gördüğü Han kızını ve konuştuklarını düşünmeye başlar.
Vakit çok geç olmuş, gelinler aşhanenin ortasına yer sofrasını hazırlamışlar. Yer sofrasının orta yerine, ağzına kadar doldurulmuş büyük bir leğen ayran aşını da koymuşlardı. Alile geleneği, her zaman evde olan herkes sofraya toplanmadan, aşa kaşık sallanmazdı. Ana ve baba başta olmak üzere, çoluk çocuk herkes bir sofrada toplandıktan sonra aş içilir, yemekler yenilirdi. Ne var ki o gün sofrada Adıgüzel yoktu. Adıgüzel’i çağırmaya bir çocuk gönderirler.
DEVAM EDECEK.
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar vr Şair





















