Sevgili okuyucularım içimden geldiğince duygularımı yazmaya karar verdim. Sonra biliyor musunuz ben ne yaptım?
Yazımı yazarken kendimle konuştum, ben konuştum o dinledi, o konuştu ben dinledim.
Konuştum bir daha konuştum…
“Konuştuklarımızı yazar mısın”dedim ama oralı bile olmadı…
Önce rica minnet, baktım anlamıyor, emrettim kendime!
Güzeli, çirkini, karayı, beyazı yaz…
Yaz ki yazılmamış bir şey kalmasın…
Işığın rengini, gecenin karanlığını yaz…
Bir çocuğun ağlamasını yaz, bir annenin feryadını yaz!
Haksızlığa uğramış mağdurun göz yaşlarını yaz…
Sokakta açlıktan kuyruğunu titreterek aç-biilaç gezen kedileri-köpekleri yaz…
Yaşanmışlıklara ekleyerek yaşanmamışlıları yaz…
Yarım kalan sevdaları da unutma…
Bakışları yaz, baktığı yerdeki güzelliği göremeyen gözleri yaz…
Beyaz gül’deki masumluğu, Kırmızı gül’deki aşkı, Pembe gül’deki gönlüm sendeyi yaz…
Kamelya’nın mağrurluğunu, Lilyum’daki güveni, Gerbera’daki iyimserliği, Frezya’daki suçluluk duygusunu, sarı kasımpatıdaki ATA’ ya olan özlemi yaz…
Bakışları bir kere daha yaz ve masumiyeti baktığı yerde bıraktığı izi yaz…
Misket oynayan ya da bisiklete binen bir çocuğun neşesini yaz…
Bir elinde şekerli yağ sürülmüş ekmek, diğer elinde tekerlekleri olmayan kırık-dökük oyuncakla gecekondusunun önünde oturmuş hayaller kuran varoşlardaki çocuğu yaz…
Hayatın gerçeklerini ve insanların mutsuzluklarını ve mutluluklarını yaz…
Zamanın nasıl su gibi akıp gittiğini yaz…
Hatta ve hatta riyayı, değer bilmeyenleri ve değer vermeyeceğin kişilik bozukluğu olan kişileri de yaz…
Ahhhh…yaz yaz bitmez…o kadar konu var ki…
Yazdıkça bitti mi sandın, yok yok; dur hele…
Daha beni yazacaksın, hem dünümü, hem bu günümü, hem de yarınımı!
Ne o çok mu Zor?
Yaz yaz korkma ürkütmesin seni dünyamın ağırlığı, belki zordur benle yaşamak ama güzeldir bee…
Biliyorum birçok yazamayan, yazarım diye geçinenlerin zoruna gider…
Madalyası diye düşünür bu yaşamı!
Bilmez ki kendi kirli dünyasında paranın peşinde koşarken unuttuğu insanlığını!
Belki de hiç insan olamamıştır, iki bacak üstü bir gövde, omuz üstü bir kelleden başka…
Ama sen derinlere girmeden yaz. Soluğu damda değil de odanda alırken; yandaşı, paradaşı, takkeyi, keçeküllahı, yalakaları değil de, Us’lu dur usul usul methiye yaz…
Mesela magazini yaz, sevdayı yaz, sanatı yaz, kültürü yaz bak aşkı da yazabilirsin!
Biliyorum çoğu el yordamı, göz kararıdır. Ölçüsü yoktur aşkın ya da aşkla dolu dolu yaşamanın. Herkesin kendine göre bir tarifi vardır sonuçta…
Kimisi bol acılısını sevmekte, kimisi ise kremalı bir tatlı olarak almayı tercih etmekte…
Unutma ama sen güzeli, çirkini, karayı, beyazı yaz…
Yaz ki yazılmamış hiçbir şey kalmasın göçüp gittiğin zaman…
Işığın rengini, gecenin karanlığını yaz, yaz ki gün kararmasın…
Sokakta kuyruğunu titreterek aç-biilaç gezen kedileri-köpekleri yaz, yaz ki duyarsızlar umarsızlıklarının altında ezilsin…
Birilerinin attığı kemiği yalayıp, sonra dönüp sana havlayan KÖPEĞİ yaz, yaz ki başka birileri de onun gibilere hoşt deme yürekliliğini göstersin…
Bakışları yaz, baktığı yerdeki güzelliği göremeyen gözleri yaz, yaz ki bakmayı öğrensin.
Beyaz gül’deki masumluğu yaz ki günahsızlığı öğrensin…
Kırmızı gül’deki aşkı yaz ki sevmeyi bilsin…
Pembe gül’deki gönlüm sendeyi yaz ki gönüldaş olmayı seçsin…
Kamelya’nın mağrurluğunu yaz ki onurun erdemini yakalasın…
Lilyum’daki güveni yaz ki titreyip kendine gelsin…
Gerbera’daki iyimserliği yaz ki sevmeyi bilsin…
Frezya’daki suçluluk duygusunu yaz ki kendini yargılasın…
Sarı kasımpatıdaki ATA’ ya olan özlemi yaz ki özlemeyenlerin yüreği dağlansın…
Bakışları bir kere daha yaz, masumiyeti baktığı yerde bıraktığı izi yaz…
Yaz ki iz bırakmayı bilsin…
İşte böyle sevgili okuyucular. Kısaca içimdeki çocuk gönül bahçemde hasat yaptı ama ben çok iyi biliyorum ki her zaman yeni filizlere açık bir yüreğim var…
Çünkü gönül bahçemde “Toprak ANA” var…
Hep sağlıkla ve sevgiyle kalın…
Zambak Karabay