Güzel bir tabloyu seyretmenin doyumsuz bir hazzı vardır. Usta bir ressamın fırça darbeleri bizi hayal âleminde bir yolculuğa çıkarır. Bir zaman sonra kendimizi tabloda gördüğümüz mekânlarda sanırız. Gündelik hayatın sıkıcı ortamından sıyrılır kendimizle – hayali de olsa -baş başa kalırız. Kendimizi kırlarda çiçeklerin arasında, ormanlarda ağaçların altında veya akan bir ırmağın başında hissederiz. Kısa bir temaşa, insanları alıp derinlere götürür.
Güzel şeylerden hoşlanmayan insan olmaz. Sağlıklı ve ruhen olgunluğa erişmiş her insanın bediî bir zevki vardır. Bunlar mısralarla, satırlarla, notalarla veyahut renklerle bir araya gelir ve insanın ruhuna nüfûz eder. İnsan o anda cismen bulunduğu yerde değil de ruhen bulunduğu yerdedir. Bir zaman sonra çevremizden duyduğumuz ses bizi hayal âleminden sıyırır tekrar hayatın içine sokar.
Tablolar ve deniz… Renginin gökyüzüyle aynı olması ve bir ucunun ufuk adı verilen yerde gökyüzüyle kesişmesindeki esrar insana hoş bir his verir. Tabiat konulu tabloların vazgeçilmez unsurları deniz ve ağaçtır. Hâlbuki bunların dünyada gerçekleri vardır. Sakin bir havada masmavi bir denizin, kocaman bir örtü gibi duruşundaki esrarın verdiği huzuru yaşayan bilir. Denizin kumsalla buluştuğu noktadaki dalgacıklar açık kalmış bir pencereden dışarı çıkmış perdenin ucundaki tüller gibi kıpırdamaktadır.
Güneş bir başka ahenk verir, ay bir başka… Denizin dinlendirici özelliği günün bütün saatleri, yılın bütün günleri için geçerlidir. Ancak yaz mevsiminin dışında pek az ziyaretçisi bulunur. Sadece balıkçılar bütün zamanlarda dosttur denize. Onlarla yârenlik eder çok kere. Kelimesiz olur bu yârenlik. Yani sessiz konuşurlar birbirleriyle. Ama ikisi de birbirlerini anlar.
Semâda uçan martılar ve üzerinde yüzen değişik türdeki su kuşlarının görünümü bir başkadır. İnsanların olmadığı zaman martılar adalara konar, diğer kuşlar ise kumsalda yürür… Kuşların, minicik ayaklarının izi kalır… Çok kişi fark edemez izleri. Ada üzerinde sağlam yürürler ama kaygan kumlar üzerinde minik bir pengueni andırır yürüyüşleri.
Denizi seyretmek elbette hoştur tablo seyretmekten. Tek başına tefekküre dalar insan. Hesaplaşır kendisiyle. Bir dostu ve bir sevdiği ile denize karşı sohbetin hazzı başkadır. Hele aile fertleriyle daha başka olur denize karşı yürümek. Çok yönlü dostlukları perçinleştirir deniz. İnsanın içindeki “öz”ü hatırlatır.
Bizler geceleri evlerimizde, gündüzleri işlerimizde, tatillerde ve diğer kapalı mekânlarda geçiririz hayatımızı. Şöyle ayda bir de olsa bizdeki “biz”i açığa çıkaran, bediî zevklerimizi harekete geçiren, kararmağa yüz tutan ruhlarımızı ışığa kavuşturan ortamlarda bulunmayız nedense. Bir ömür; farklı yerlerde bulunan dört duvar arasında geçer gider. Bütün bildiğimiz evimiz ile işyerimiz veya evimiz ile diğer kapalı mekânlar arasında bulunan cadde ve sokaklardır. Üzerimize düşecekmiş gibi duran apartmanların arası da kalan yerler…
Daracık sokaklar arası da bir boru gibi görünen gökyüzü ve yaşadığımızı sandığımız bir hayat. Bütün güzellikleri dışarıda bıraktığımız ve seyrinden bile yorulduğumuz bir ömür. Şuursuzca farkında olmadan atılan adımlar… Kısalan mesafeler ile kısalan yıllar…
Gelin tabloda ki denizi duvarlarda bırakalım. Biz aslının karşısında dalalım hayallere. Aslıyla hem-hâl olalım, aslıyla hasbihâl ve yârenlik edelim. Gece mehtabı seyre dalarken akşam gurup vaktinde temâşâ edelim. Suya akseden ay ve güneşin ışığını gönlümüze aktaralım. Suretlerimizin pasını, siretlerimizin gamını sulara bırakalım. Unutmayalım ki içimizdeki huzuru kaybedersek dışımızda ki güzellikleri fark edemeyiz.
Bütün yaptıklarımız, güzellikleri dışarıda bıraktığımız ve seyrinden bile yorulduğumuz bir ömür. Şuursuzca ve farkında olmadan atılan adımlar… Kısalan mesafeler ile kısalan yıllar…