Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Cumartesi, Aralık 6, 2025
  • Giriş Yap
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Anasayfa Yazarlar Halil DAĞ

Gezi Sendromu ve Siyasette Ufuk Çizgisi Sorunu

Halil DAĞ Yazar Halil DAĞ
24 Ekim 2013
Halil DAĞ
0
401
Paylaşma
5k
Görüntülenme
Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

Siyasetçiler çoğu zaman kendi varoluşlarını, kendi varlıklarına dayandırarak gerçekleştirme kapasitesinden yoksun oldukları için kendilerini kabul görmüş kimlikler üzerinden ifade ederek meşruiyet kazanmaya çalışırlar. Atatürkçü olmak, Demokrat Partili olmak, Menderes’in veya Özal’ın izinde yürümek iddiası tamamen bununla ilgili bir konudur. Siyasetçi, bu türden toplumsal meşruiyetlere sırtını vermeden kendini ispatlayamayacağını düşündüğü için, kendi öznel varlığının yeterliliğine bir türlü güvenemediği için ısrarla bu türden referanslar kullanır.

Bu eğilim siyasette yıllardır süregelen ve alışıldık bir eğilimdir. Bu eğilim siyaset sahnesine çıkanlara belirli bir güç sağladığı gibi bariz bir kısırlığı da beraberinde getirmektedir. Bu kısırlığı ufuk çizgisi sorunu olarak tanımlamak mümkündür. Siyasetçi referansı ile kendini bağlamakta ve kendi ufuk çizgisinin limitlerini referanslarına indirgemektedir. Referanslar bir anlamda siyasetçinin zihinsel statükosudur. O referanslara bağlılığı düzeyinde ufuk çizgisi referansları ile sınırlıdır.Dünyayı algılama biçimi de kaçınılmaz bir şekilde dünyaya baktığı gözlük olan referanslarının biçimi gibidir.

Sakıncalı, körleştirici bir durum. Geçmişin liderlikleri ne kadar çağının ötesinde olursa olsun günümüzün o zamandan öngörülmemiş binlerce sosyal, ekonomik ve teknik bileşimden oluşan yapısı, geride kalanı kendi öznel doğasından dışlamaktadır. Her ne kadar referanslar kısmen geçerliliğini korusa da günün yorumu günün koşulları ve kendi özgün doğası ile mümkündür. Bu genelleme Atatürkçülük için de daha sonradan üretilen Menderes ve Özal idolleri için de geçerlidir. Hatta dinlerin mutlakçılığı da dahildir buna.

“Halk arkamda olduğu sürece İstanbul aydınlarının sözü kaç para eder?” düşüncesi de Reaganizm ve Thatcherizm’in kötü bir versiyonu olan Özalizm de günümüzün girift toplum yapısı için siyaset üretmeye çalışan siyaset mekanizmasının üzerinde çok sakil durmaktadır. Bu türden geride kalmış zihinsel kurgularla güncel toplumu formatlamaya çalışmak artık çağdışı kalmaya yüz tutmuş referansları statüko haline getirip toplumu geriye doğru sürüklemeye çalışmaktan başka bir şey değildir.

Menderes ve Özal’ın kendi dönemlerindeki başarısının temel nedeni kendilerinden önceki referansları aşan bir ufuk çizgisine sahip olmalarıydı. Ancak her iki lider de kendi devrimlerinin statükolaşan yapısına sıkı sıkıya sarılarak kendi kan zehirlenmelerini yarattılar. Menderes’in yukarıda alıntıladığımız sözü bunun açık bir örneğidir. CHP’nin yıllardır süre giden, ANAP’ın 2000’lerin başında ortaya çıkan başarısızlığının da ana sebebi bu ufuk çizgisi sorunuydu. Gerek bu iki parti gerekse MHP gibi “kalın statükocu partiler” referanslarının çizdiği ufuk çizgisinin ötesini görmekten aciz olduğu için siyasette işlevsiz hale geldiler.

Ufuk çizgisi sorununun en yoğun yaşandığı 2000’lerin başında AKP yeni bir ümit olarak sahneye çıktı ve kabul görmüş Menderes ve Özal referanslarının yanına Avrupa Birliği üyeliği ümidini de ekleyerek geniş bir toplumsal kabul gördü. Ancak AKP zaman geçtikçe toplumun ufuk çizgisini berraklaştıracağına kendi içsel damarlarının öç basıncıyla kan zehirlenmesi yaşamaya başladı. Sistemle hesaplaşma adı altında AKP’nin kendini gittikçe statükonun kendisi haline getirmesi[1], tamamen bu zehirlenmenin sonucudur.

AKP’nin kendisini bir statükoya dönüştürmesini test etmemizi sağlayan en önemli araç, Gezi Parkı Olayları’dır. Gezi Olayları diye müsemma süreç, AKP’nin kendiyle ilgili somut ve soyut imaj tasarımının duvara tosladığı yerdir. Bugüne kadar bu olaylar ve olaylar karşısında iktidarın tutumu hakkında binlerce yazı yazıldı. Çoğu da iktidarı suçlayan siyasi yazılardı. Bir çok kişi AKP’ye duyduğu siyasi nefreti Gezi üzerinden realize etmenin heyecanını yaşadı. Ancak bu süreçte bu olayları referans alarak iktidarın ruh anatomisini çıkarmak pek yapılan bir iş olmadı. Oysa duygu ve tutumların kökenine eğilerek hem iktidarın eğiliminin gerçek nedeni bulunabilir hem de sağlıklı bir toplumsal birliktelik için AKP’ye dürüst önerilerde bulunulabilirdi. Ne yazık ki kimse bunu pek yapmadığı gibi artık AKP de bu türden önerileri layıkıyla ciddiye alacak ruh sağlığını kaybetmiş durumdadır. Bu yüzden de öneride bulunmayacağım.

AKP, Menderes ve Özal üzerinde yaptığı meşrulaştırma girişimlerinin perdelediği bir ruh hali ile kendi ruhsal kökeni üzerinden biçimlenmiş bir zihin ve ruh haritası ile hareket etmektedir. 1980 İhtilali’ne kadar sinik bir siyaset izleyen bir geleneğin kısmi demokrasi içerisinde yetişen kadroları, karşılarında sinecek bir güç kalmadıkça bariz bir özgüven patlaması ile karşı karşıyalar. Uzun süren ezik ve sinik siyasi yaşam, gölge gibi sürdürülen çekinik ruh hali, ortada korkacak kimse kalmayınca kaçınılmaz bir şekilde bir özgüven patlamasına yol açmakta, hakkın hukukun kaynağı olarak kendisini görmektedir. Bunun için geçmişin mağdur edilmişliği iddiası da mağrur olma sırası bizde haklılığına da yol açmakta adeta her yol mübah bir hale gelmektedir.

Şimdiye kadar varlığı gizlenen ruh hali, artık hesapsızca hesap sorma yoluna gitmekte, bu hesabı sorarken de “usül esastan mukaddemdir” kadim ilkesi tarumar edilmekte, yıllardır içte biriktirilen hesaplaşma öfkesi halet-i ruhiyenin bütününü ele geçirmektedir.

AKP’nin bu hesaplaşma çabası içerisinde statükocu CHP ve MHP’ye çok şey borçludur. Onların ufuksuzluğu sayesinde AKP, bu geniş katmanlı hesaplaşmasını daima bir “demokratikleşme” kılıfı içerisine sokabilmiştir. Her iki partinin heybesinde birikmiş olan günahlar, AKP’ye her daim ne yaparsa yapsın bir meşruluk sağlamış, AKP, “o kadarı da olsun, nasıl olsa AKP statüko ile hesaplaşıyor, buna şükür” tevekkülü içerisindeki insanların vekaletini almıştır. Yani bütün bu hesaplaşma süreci içerisinde AKP daima kerhen de olsa statüko karşıtı bir güç olarak kabul edilmiş, statükoya meydan okuyan Don Kişot yarenliği ile taltif edilmiştir. Herkes bir şekilde şerhini bir kenara düşmüş olsa da AKP’ye verdiği çeki kimse yırtmamıştır.

Ama gelgelelim Gezi Olayları, AKP için denizin bittiği yer olmuştur. Başta da söylediğimiz gibi Gezi Olayları, AKP’nin kendiyle ilgili ahlak tasarımının duvara tosladığı yerdir. Gezi Olayları, AKP’nin günümüzün en katı statükosu olduğunu ortaya koyan bir turnusol kağıdıdır. Gezi Olayları, AKP için özel bir milattır. Bir çok kişi bunu AKP’nin yıkılışının başlangıcı vs. olarak yorumluyor. Bunlar bizim konumuzun dışındaki şeyler. Ama Gezi Olayları gerçekten de bir başlangıçtır. Bu olaylar, AKP’nin toplumun karşısına en katı ve disiplinli, organize, yasal şiddeti elinde tutan statüko olarak dikildiği ilk olaydır. Açıkçası AKP statükosunun kendini deşifre ettiği bir süreçtir.

Hep savunduğum bir şey vardır, AKP, tüm iktidarı boyunca CHP ve MHP’ye minnet borçludur. On yılı aşan iktidarının bu denli geniş bir destek almasını AKP, en çok da bu iki statüko partisine borçludur. Başbakan Erdoğan bunu çok iyi bildiği için her siyasi demecinde bir şekilde bu iki partiden en az birisini diline dolar ve diğer söylediği her şeyi bu iki günahkar parti üzerinden bir şekilde meşrulaştırırdı.

Ufuk çizgisini Menderes ve Özal üzerinden oluşturan AKP, hedef tahtasında da bu iki parti olduğu sürece daima çok rahattı ve onların hiçbir siyasi girişimi AKP’yi tedirgin etmiyordu, aksine onların attığı her adım yeni bir siyasi malzeme çıkardığı için AKP’nin işi daha da kolaylaşıyordu. Ama Gezi Olayları ile başka bir şey oldu. AKP, karşısında statüko ile ilgisi olmayan bir kitle buldu. Başbakan’ın “Çapulcu” diye tesmiye ettiği çoluk çocuk taifesi tam bir sorun yumağı olarak çıktı AKP’nin karşısına. Bunların ne statüko ile bir ilgisi ve ilişkisi vardı ne de AKP’nin patlama üstüne patlama yaşayan egosuna zerre saygısı. İşte AKP’nin en tahammül edemediği şey de bu saygısız zibidilikti. Bu derhal haddi bildirilmesi gereken bir zibidilikti hem de. Açıkçası iktidarı elinde tutanların Gezi’den anladığı şey buydu.

Sırmalı apoletleri ile koca koca generaller hizaya girmiş el pençe olurken kim oluyordu da üç beş çapulcu bendinden taşan bu muhteşem özbenliğe karşı saygısızlık ediyordu. Tahammül edilecek, müsamaha gösterilecek hele de merhamet gösterilecek bir şey miydi bu? AKP’nin Gezi Olayları karşısındaki bu ölçüsüz tutumunun en büyük sebebi de buydu. Karşısındaki zibidiler bu muhteşem benliğe saygı duymayı bilmedikleri gibi üstüne üstlük kendilerince makara yapıyorlar, bir türlü boyun eğip biatlerini bildirmiyorlardı. AKP’nin aşamadığı şey işte tamamen budur. Bunu aşamadığı sürece de Türkiye’nin en büyük statüko gücü olmaya, birilerinin yıkmak için hedefe koymaya devam edeceği bir partidir. Ayrıca bu birileri dış mihraklar mavalının ardında aranacak birileri değildir. Doğrudan AKP’nin kendi özbenlik patlamasını yaşarken yaşama şansı vermeyi akıl edemediği bireysel (başka) özbenliklerin oluşturacağı yeni toplumsal dalgalardır.

Eğer gerçekten de varsa dünya demokrasisisin Gezi Olayları’ndan öğreneceği çok şey vardır. Çünkü Gezi Olayları, egemenlerin yaşadığı benlik patlamaları sırasında köşeye sıkıştırdığı, varlığını görmezden geldiği kimi zaman da varlığından haberdar olamayacak kadar başkalarına karşı körleştiği zamanlarda yok saydığı bireysel benliklerin kümülatif dalgasıdır.

Gezi Olayları, bizim kendi ahlaki statükomuzla, egemen bakışlarımızla aşağıladığımız, kınadığımız, terbiye etmeye çalıştığımız, gücümüz yettikçe ezdiğimiz ya da hiç varlığından bile haberdar olmadığımız “çapulcu, ayyaş, zibidi, it kopuk tayfası” gibi yüksek ahlaklı ve şeref sahibi bizim gibi olmayan ne kadar birey varsa onların “ben” deme kavgasıdır.

AKP, Türkiye’de egemen ahlakçılığın zirve noktasıdır. Çünkü her şeyi ben merkezli tasarlama illetine yakalanmış ego patlaması yaşamaktadır. Bu patlama da kaçınılmaz bir şekilde her şeyi kendi egemen ahlak çizgisinde tasarlama hakkını kendinde görmesine yol açmakta da bu yaşanan körleşmeyi daha kalıcı bir hale getirmektedir. Gezi Olayları da egemen ahlakçılığın bireyi yok eden ve yok sayan statükocu duruşuna karşı “ben buradayım” diye nanik yapmasından başka bir şey değildir. Mutlaka ki Gezi Olayları için bir çok tanım yapılacaktır ama işin özü budur gerisi teferruattır.

[1] Bu, bize ABD’nin uluslar arası hukuka yerleştirmeye çalıştığı, “Küresel siyasette hakkın tek kaynağı ABD Anayasası’dır” dayatmasını hatırlatıyor. ABD, bu dayatmasıyla kendi anayasasına uygun bulmadığı her uluslar arası olaya müdahale etmekte ve yaptığı şeyin meşruiyeti için bir başkasından onay alma ihtiyacı duymamaktadır. Çünkü ABD’ye göre, dünyada hakkın tek genel geçer kaynağı kendi anayasasıdır, kendi anayasasına uygunsa herhangi bir davranışı, onu gerçekleştirmek için bir başkasına sormaya gerek yoktur.

Paylaş
Etiketler: ÇapulcuGezi ParkıMenderesÖzal Çizgisi
Önceki Yazı

Sınırlı Sınırsızlık

Sonraki Yazı

Aday Adayları Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliğinin Peşinde Koşuyorlar…

Halil DAĞ

Halil DAĞ

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

İlişkili Yazılar

Halil DAĞ

Türk Rus İlişkilerinde Enerji Jeopolitiği

02 Kasım 2013
5k
Halil DAĞ

Bahçeli’nin Mübarek Elleri

25 Ekim 2013
5k
Halil DAĞ

Gezi’nin Gençlerini Anlamak…

23 Ekim 2013
5k
Halil DAĞ

Avrupa’da Sol’un Gerilemesi

05 Ekim 2013
5k
Sonraki Yazı

Aday Adayları Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliğinin Peşinde Koşuyorlar...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Trendler
  • Yorumlar
  • En son
Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

22 Mart 2019
Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

24 Ocak 2016

Yok Saymak

28 Mart 2020

Yıldızname Baktırmak Günah mı…Günah…

09 Haziran 2022

Keltepen’in Taşları /Şu Akkuşun Gürgenleri

18 Nisan 2020
Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

21 Eylül 2022

Tüketicilerin Süt Tozu Dilekçeleri!

97

Fethullah Gülen’e 19 Soru

72

Ayasofya Açılsın Zincirler Kırılsın

70

İslâm Dışı Bir Uygulama: Çocuk Sünneti…

45

Gıda Mühendislerinin Petek Ataman’a Çağrısı

40

Şarkı Sözü Alan Var mı?

39
Bebeğim

Bebeğim

06 Aralık 2025
Güvenlik Görevlisi

Güvenlik Görevlisi

06 Aralık 2025
Aklımda Bir Ses Var

Aklımda Bir Ses Var

06 Aralık 2025
Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

05 Aralık 2025
Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

05 Aralık 2025
Ve Bilirsin

Ve Bilirsin

05 Aralık 2025

Köşe Yazarları

Türkiye Deprem Haritası

 

Ayın Sözü

Lütfen Duyarlı Olalım!

de, da vb. bağlaçlar ayrı yazılır.

Cümle bitişinde noktalama yapılır. Boşluk bırakılır, yeni cümleye büyük harfle başlanır.

Dilimiz kadar, edebiyatımıza da özen gösterelim.

Arşiv

Sosyal Medya’da Biz

  • Facebook
  • İnstagram
  • Twitter

Entelektüel Künyemiz!

Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.

Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.

Yayın Kurulu

Kent Akademisi Dergisi

Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management

Ayın Kitabı

Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,

Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.

Gazetemiz TİGAD Üyesidir

YAZAR PORTAL

JENAS

Journal of Environmental and Natural Search

Yayın Referans Lisansı

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.

Bilim & Teknoloji

Eğitim & Kültür

Genel Eğitim

Kişisel Gelişim

Çocuk Gelişimi

Anı & Günce

Spor

Kitap İncelemesi

Film & Sinema Eleştirisi

Gezi Yazısı

Öykü Tefrikaları

Roman Tefrikaları

Röportaj

Medya

Edebiyat & Sanat

Sağlık & Beslenme

Ekonomi & Finans

Siyaset & Politika

Genç Kalemler

Magazin

Şiir

Künye

Köşe Yazarları

Yazar Müracatı

Yazar Girişi

Yazar Olma Dilekçesi

Yayın İlkeleri

Yayın Grubumuz

Misyon

Logo

Reklam Tarifesi

Gizlilik Politikası

İletişim

E-Posta

Üye Ol

BİLGİ, İLETİŞİM, SANAT ve MEDYA HİZMETLERİ YAYIN GRUBU

 INFORMATION, COMMUNICATION, ART and MEDIA PUBLISHING GROUP

© ICAM Publishing

Gazetemiz www.yazarportal.com, (Yazarportal) basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Yazıların tüm hukuksal hakları yazarlarına aittir. Yazarlarımızın izni olmaksızın, yazılar, hiç bir yerde kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz.

Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta

© 2008 - 2021 Yazar Portal | Türkiye Interaktif Köşe Yazarı Gazetesi

Yeniden Hoşgeldin

Aşağıdan hesabınıza giriş yapın

Şifrenimi unuttun?

Parolanızı alın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş yap