Şimdi eğri oturup doğru konuşmak zamanıdır.
Fakat önce, kamuoyunda “dinci yazar” olarak tanınan Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi’den bir alıntı yapalım. İşte, “evet”çi partinin yayın organında AKP’ye hitaben yazdığı 07.08.2010 tarihli makale:
***
“ALLAH BİN KERE BELÂNIZI VERSİN!..
Allah Cezanızı Versin!..
İSLAMCILIĞIN cıcığını çıkarttınız, Allah belânızı versin!..
Ben çoğunuzun o e…ski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor, mangallarda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz. Müslüman’san, hangi meşrep ve mezhepten olursan ol, mutlaka doğru ve dürüst olmak zorundasın. Siz yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz. Allah bin kere belânızı versin!
Namaz kılıyor, günde onlarca defa Allah’tan sirat-ı müstaqime (doğru yola) kılavuzlamasını lisan ile niyaz ediyorsunuz ve hayatta tam tersini yapıyorsunuz.
Bre uğursuzlar!..
İslam’da devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır?
Rüşvet almak var mıdır?
Haram yemek var mıdır?
Her türlü emanete hıyanet etmek var mıdır?
Yalan söylemek, halkı aldatmak var mıdır?
Arsa ve arazileri yapılaşmaya açarak, binalara fazla kat çıkma izni sağlayarak haram komisyonlar almak var mıdır?
İhalelere fesat karıştırmak var mıdır?
Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır?
Size beddua ediyorum. Allah belanızı versin!..
İki yakanız bir araya gelmesin!..
Haram servetlerinizi huzur içinde yiyemeyin emi!..
Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız…
Başınız belâdan kurtulmasın.”
(Mehmet Şevket Eygi: Milli Gazete; 07 Ağustos 2010 Cumartesi)
***
Yukarda ne demiştik? Dosdoğru konuşmak ve mutlaka dürüst olmak zamanıdır.
Gerçekte bu, insanlar ve özellikle Müslümanlar için belirli bir zamanı kapsamaz.
Namuskârlık, onurluluk ve sorumluluk bütün zamanları, yani bütün hayatı kapsar..
Evet, Doğru ve dürüst olmak, iman ve amelde (eylem ve söylemde) bir olmaktır.
Zira halka konuşanların (akıl veren, yol gösterenlerin) ve yazanların, her iki âlemde de sorumlulukları pek büyüktür. Bunlar, âlimler (ulema; konuşan ve yazanlar) ile amirler (ümera; idare eden, millet memurlarına emir veren yöneticiler) olarak açıklanır ve tanımlanır.
Şu kadar ki, bu avas (okumuş-ilimle amel eden; avam’ın karşıtı) ekseriyetle namuslu, dürüst, onurlu-sorumlu; Adalet ahlâkı, hukuk ve hikmet sahibi olmaları, bizatihi milletin zikri, fikri, amel, ilim ve erdemi (yaşam biçimi) ile alakalı olup; Ulema ve Ümera milletin aynası ve dâhi tıpkısının aynısıdır.
Ne diyor Hak’te Alâ, Kur-an’ı Kerim de; Bakınız:
“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez…” (Ra’d, Suresi: 11)
Büyük âlim, Cumhuriyetin Diyanet İşleri Başkanı (merhum) Elmalılı M. Hamdi Yazır, ayeti şöyle açıklamakta ve tefsir etmektedir: “Allah’ın bir toplumu değiştirmesi, ancak ve sadece insanların değişimi istemelerinden kaynaklanır. Güven, huzur ve emniyetin kalmadığı, dolandırıcılığın, rüşvetin, yalanın, zulmün hâkim olduğu bir toplum elbette yıkılmaya, yok olmaya ve çökmeye mahkümdur. Allah (CC)’ın koyduğu ilahi düzen bunu gerektirir. Yoksa Allah, bir toplumu hak etmedikleri halde helak (yok) etmez. (F. Razi, XIX/22) Bir başka ifadeyle Allah, bir toplumun (milletlerin) helâkini sebeplere bağlamıştır. O sebepleri de insanlar kendileri oluştururlar. (Elmalılı, Kur-an Dili, IV /2419)
Yanı sıra: Peygamberimiz Efendimiz bir hadis-i şerifinde, “Sizler nasılsanız öyle yönetilirsiniz” buyurmakta; Montesquieu ve Winston Churchill de, “Her millet lâyık olduğu şekilde yönetilir” demektedirler.
Bu kadim bir bilim, siyasi ve sosyolojik vakıa ve bütün zamanların ortak gerçeğidir.
Bir gerçek daha var ki, o’da: Akil, âlim, fazıl ve basir ulemalar ile namuslu, dürüst ve demokrat amirleri (vekil ve siyasetçileri) olan bir toplumda her değişim ve dönüşüm, terakki (ilerleme, gelişme) anlamında olup; Öncelikle sine-i millet de var olan arazı (müzmin sorun ve sıkıntıları) izaleye matuf olmak gerektir.
Aksi takdirde yapılanda, değiştirilende ve atılanın yerine konulanda hayır yoktur.
Tıpkı 27 Mayıs 1960’da, Mustafa Kemal, Türk, İslâm ve Cumhuriyet düşmanlarınca atılan (ilga edilen) Atatürk ve Kurucu Cumhuriyet Anayasasının yerini alabilecek bir başka anayasa, değişiklik ve her hangi bir düzenleme konulamadığı gibi!..
Bu zaten olamaz. Olamaz!.. Zira 1923 Cumhuriyeti orijinaldir.
Orijinalin yeri taklitle, alıntıyla, sanalla ve AB sapıklığı ile doldurulamaz…
Şimdi esasa gelelim ve “ilim, tarih ve hakikatler ışığında” soralım:
“Bu, 26 madde’den ibaret ve 12 Eylül 2010 Pazar günü halkoyuna sunulacak tasarı” millet tarafından uygun görüldüğü ve onaylandığı takdirde:
27 Mayıs, gasp, işgal ve tasfiye kalkışmasının hesabı sorulacak mı?
Cumhuriyetin, yok pahasına heba edilen değerleri tekrar kazanılacak mı?
27 Mayıs’la gelen ve elli yıldır ülkede var olan, giderek kronikleşen, derinleşen yozlaşma, rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yalan-talan, yolsuzluk, haksızlık, hukuksuzluk, suiistimal, menfur mafya tasallutları, organize suç, kaçakçılık, kayıt dışılık, kara para, hak-adalet-usul-yasa ve ahlâk dışı sarf, edinim, temlik ve tasarruflar önlenecek mi?..
Kamu /özel, bilumum sektörleri sürekli denetlenir, hesap verir, tüyü bitmemiş yetimin hakkını korur, “devletin malını deniz bilip” kamu kurumları ve halkı her vesileyle hortumlayanlardan hesap sorulacak mı?
Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi anarşi, terör ve tedhiş bir gecede kesilecek, akabinde suç odakları, eşkıya ve sair uzantı ve bağlantıları derdest edilip Cumhuriyet Mahkemeleri önüne çıkarılacak mı?
1963 yılından bu güne akan kanın, tahrip ve tarümar edilen milli servet’in, izzet ve itibarı ayaklar altına alınan Milli Devlet’in; Yalanla, talanla gasp ve irtikap edilen, eşe-dosta, kardeşe-yoldaşa peşkeş çekilen Milli Servet’in hesabı sorulacak mı?
“Demokratik özerklik ilan edeceğiz” diyen menfur dönme ve devşirmeler derhal derdest edilecek ve “tarafsız-bağımsız” yargı önüne çıkartılacak mı? Bu bedhahların yardım ve yataklık ettiği bilumum anarşist, terörist ve tedhişçiler, her tür uzantı ve bağlantıları dahil olmak üzere “şer ve şeytani, hain ve düşman” bataklıkları mutlaka kurutulacak mı?
13 Eylül’den itibaren ülkemizde huzur, emniyet ve sükun tam anlamıyla sağlanacak; Demokrasi, hakkaniyet, adalet ve hukuk hâkim kılınacak ve TC yargısı, diğer erk, eklenti ve bağlantılara karşı “tarafsız ve bağımsız”; Hükümet, hak, adalet ve hikmetle hükümferma; TBMM, ab-abd, parti sahipleri, vesayet ve cuntalara karşı tam bağımsız, kürsü masuniyeti hariç olmak üzere, her türlü dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyazdan soyutlanmış olacak mı?
Açıkça, namusluca, dürüstçe, erkekçe söylensin..
Kesinlikle EVET’mi? Yoksa!…
Kesinlikle HAYIR!…