Sokaklarda yürüyorum öylece. Bakıyorum sağıma soluma. Tedirgin gözler görüyorum, bir de umutsuzluk kokan havaya inat, tebessüme meyilli suratlar. Amaçsızca dolaşan gençlerin çokluğu dikkatimi çekiyor birden. Onlardan biri olduğum aklıma geliyor sonra. Hava kararmaya yakın. Birden insanların bu genç yüzlere bakarak tedirgin olduklarının farkına varıyorum. Birden kendimi de buluyorum tedirginlik yaratan kişilerin arasında. Ne de olsa bende bir gencim. Ve en büyük sosyal aktivitem, her genç sıradan üniversite öğrencisi gibi arkadaşımla dolaşmak güzel ülkemin sıradan sokaklarında. Sonra arkadaşımla olan sohbetimi yarıda keserek usulca düşünceye dalıyorum. Kalabalık sokağın bir köşesinde öylece duruyor, gelip geçen insanları seyrediyorum.
Yine sıradan günlerin birinde, denize nazır bir parkta arkadaşlarımızla sohbet ediyoruz. Konular öylesine derin ki. Siyaset, Tarih vs. Birden bir polis geliyor yanımıza ve kimliklerimizi soruyor. Görevlerini yaptıklarının bilincinde olarak onları anlayışla karşılıyor veriyoruz kimliklerimizi.
Hatta bu yeterli gelmeyip üstümüz aranıyor. Bir anda öylesine bir hisse kapılıyoruz ki, kendimden dahi şüphelenmeye başlayacağım diye korkuyorum. Kimliklerimiz geriye teslim ediliyor ve uzaklaşıyor memur bey yanımızdan. Karşıda oturan bir grup gencin yanına doğru gittiğini görüyorum. Aynı muameleye tabi olacaklarını adım gibi biliyorum. Nitekim onlara da aynı prosedür uygulanıyor. On dakika geçmiyor ki aradan, bir başka memur yaklaşıyor yanımıza. Belli ki aradıkları birileri var. Birden gülmeye başlıyoruz ve kimliklerimizi hazırlamaya. Derken ne oldu imasıyla başını sallıyor memur bey. Biz de başımıza geleceği bildiğimiz için güldüğümüzü söylüyoruz. O da diyor ki endişelenmeyin tipten kazanıyorsunuz…
Birden on dakika önce üstümüzü arayan polis geliyor aklıma. Herhalde diğer polisin tipimizde bir yamukluk falan sezdiğini düşünüyorum ki şu an yaklaşan memur bey farklı muameleye tabi tutuyor bizi. Arkadaşlarımla birden bu konu üzerine konuşmaya başlıyoruz konuştuğumuzu konuyu bırakarak. Biri diyor ki görevlerini yapıyorlar. Biri diyor ki rahatsız oluyorum vs. Açıkçası benim de suçlu muamelesi görmekten hoşnut olduğum söylenemez. O yüzden her ne kadar kızsam da, onların da emir kulu olduğunı düşünerek kızgınlığımı hafifletiyorum, sonra sonra tekrar düşünmek üzere mevzuyu kapatıyorum kendi içimde.
Ve şu kanıya varıyorum. Suçlu gibi addedilmemize sebep arkadaşlarımızla kimi zaman bir sokak boyu gezinmemiz, ya da bir parkta oturmamız artık. Zaman öyle bir zaman artık. Gençler potansiyel suç unsuru niteliği taşıyor. Hani Atamızın geleceği emanet ettiği gençlere yakıştırılan ünvan.
Biraz önce demiştim ya hoşnut değildim gördüğüm muameleden diye. Belki de hafif bir laf söylediğimi düşünüyorum şimdi. Hoşnut olmamak ne kelime, onuruma dokundu. Oysa ki bir kimlik vermenin ya da üzerimin aranmasının ne zararı olur ki diyenler olacaktır ya da bizlerin huzuru için bunların yapıldığı. Ancak suçlarla dolu bir ülke içinde yaşamasak, bu yaştaki gençler suç ile bu kadar erken tanışmasalar, şüpheler bizim yani gençlerin üzerinde yoğunlaşmayacak. Bir memurun oturduğumuz, sohbet ettiğimiz yere bakarak suçlu potansiyelimiz olup olmadığımızı, bir diğerinin tiplerimize bakarak bu ölçmeyi yapması beni düşüncelere sevk ediyor. Kriter nedir diyorum kendi kendime.
Belki sahil kıyısında lüks bir cafede otursak, daha mı farklı olurdu diyorum. Ya da altımızda lüks bir araba. Birtek trafik polisi durdururdu herhalde.
Aşırı alkollü araba kullanmaktan. Ceza mı babam öder nasıl olsa diyerek, ehliyetimin de olmadığı bilincini taşımanın rahatlığıyla bir ticari taksiye binerek uzaklaşırdım. Ne de güzel olurdu herşey. Ancak ben şu an bulunduğum durumdan gayet hoşnutum. Herhangi bir cafede bir çay içmekten aciz olmadığımı biliyorum, yanımda bulunan aynı benim gibi öğrenci olan arkadaşlarımın da böyle olmadığını. Ancak şu yaşta ne gibi kriterlere tabi olduğumuzu gayet iyi biliyoruz…
Birden şey geliyor aklıma. Hani şu yarışma programı varya, Varmısın Yokmusun. Hani Soru işaretsiz. Sonuna soru işareti ekleyerek soruyorum.
Varmısınız, Yokmusunuz gerçekten diye. Onca genç işsiz sokaklarda dolaşırken, milyonlarca işsiz çaresizliğin koynunda tükenip giderken nerelerdesiniz? Dönen rakamlar ortada. Amerika Birleşik Devletlerinden gelerek birkaç güzel söz söyleyen sinemaci bir şahsiyetin eşi, benim ülkemde ne yazık ki geleceğin teminatı gençlerden daha önemli görülüyor. Bir de parıltılı ışıkların altında alkış eşliğinde öpüşüldü mü değmeyin keyfimize. Ödenen para miktarını söylemeye dilim razı gelmiyor. Yazık diyorum kendi kendime. Reyting uğruna, çıkar amaçlı yapılan şeylere belki aklımız ermez işin erbapları kadar, belki bu işi yapanlardan biri değiliz fakat gerçekten yazık.
Bende şöyle bir yarışma istiyorum artık yetkililerden. İşsizlerin, öğrencilerin katılacağı yüklü miktarlarda para kazanacakları bir platform. Hani sinemacı Bruce Willis ağabeyimizin filmlerinden kareler sunuluyor ya, sunucu da sizin şu dizinizle büyüdük diyor duygulu şekilde. Bizler de birilerine yoksullukla çaresizlikle boğuştuğumuz, vatandaşlarımızın yoksulluk denizinde kaybolduğu anların karelerini film olarak izletmek
İstiyoruz. Birileri onların dizileriyle büyürken, bu ülkenin diğer vatandaşlarının yoksullukla, çaresizlikle, hatta açlıkla büyüdüğünü anlatmak.
Yarışmanın adını da Aç mısın tokmusun olarak konulmasını talep ediyorum. Benim ve benim gibi düşünen masum öğrenci kardeşlerim adına. Saygılar…
Not: Mail adresimle ilgili bir sorun olduğundan firat.durmazz@gmail.com adresinden maillerinizi ulaştırırsanız sevinirim.