Ömr-ü hayatım boyunca hep Ulu Büyük Dedemi örnek aldığımı cümle âlem bilir.
Bilir bilmesine de…
Rahmetlinin; “hayatınızı haddinden fazla ciddiye almayın… Yoksa çekerinizin yayları tarumar olur.” Sözüne nedendir hiçbir zaman uyamadığımı da bilmezler.
Bir gün rahmetli anacığımı çaresizliğine derman olsun diye doktora götürdüğümüzde; “hayatı ciddiye alma” sendromu geçiriyor demişti de… Doktora bıyık altından gülmüştüm.
Anacığımın yaşı doksanı aşmış olmasına rağmen bu denli hayata pür dikkat kesilmesinin aslında bir araz olabileceğini kim akla getirebilir ki?
Müstesna güneşli bir kış sabahında; Rahmanın lütfü sayacağımıza… “Güneş bugün azacuk paslı mı ne?” Demenin ne manası vardır.
Ya da,
Fırından yeni çıkmış yavluya bakıp “ulan deyyus ucunu da yakmış” diyeceğimize… “Şükürler olsun Rabbim… Bana lütfettin… Yiyemeyenler de var…” Demek aklımızın ucundan neden geçmez?
Bu son yazdığım paragraf hayatı ciddiye almaktan öte; “bencilliğin daniskası” değil de ne diyenleriniz çoğunlukta olacaktır.
Haklılar elbet…
Her şeyi ciddiye alıp, mükemmeli yakalamak uğruna “ben merkezli” eleştiri oklarını sağa, sola savurmak bir anlamda bencillik değil de ya nedir?
Her şeye kulp bulmanın amacı mükemmele varmaksa eğer, buna değil bir ömür… İnsan nesli ömrünün bile yetmeyeceğinin idrakinde değilsek… Bu yolda heba olacak ya da olmuş ömrün neticede kendine bile faydasının olmadığını belki son nefesimizde de fark edemeyebiliriz.
Öyleyse neden yaşadın? Bu sorunun cevabı muallâkta mı kalmalı? Ya da “uğrunda öldüm ya” mı demeli?
Ya da bir vakt-i zamanda birileri çıkıp “öldün de ne oldu? Sorgu-sualini sorarsa gıyabında… Mezarda kemiklerin sızlar mı?
Siz bu sorumun cevabını düşüne dururken… Ben konuya bir başka cenahtan yanaşayım;
Geleceğe “iyi ve hayırlı” bir miras bırakmak için yırtınıp durduğumuzda; şunu hiç düşündük mü? “Onca didinmelerimizin sonunda kadir, kıymet bilinecek mi?”
Öyle ya,
“Altın ile sözün kıymetini tartısı hassas olanlar anlar…” Derdi rahmetli Eceanam… O misal, mirasyediler acaba bunun kıymetini idrak edebilirler mi?
Demek ki; “marifet mülk mirasını- çoktan ziyade- kadir, kıymet bilene bırakmaktır…” Diyen Ulularımız ne kadar da haklılarmış. Değilmi tarihe şöyle bir göz attığımızda.
Dedim ya… Sözü başka istasyona taşıdım diye… Bununla devam edelim;
Biz (yaşımız itibarıyla) Yetmişliler Kuşağı memleketi kurtarmak sevdasından kendimizi kurtarmanın zerre kadar düşüncesinde bile olmadık.
Varsa, yoksa memleket… Varsa, yoksa dava… Varsa, yoksa ideoloji…
Memleket için yırtılmadık yerimizi bırakmadık. Lakin ne Güneşin sıcaklığını, ne Ayın halesini, ne de mor menekşenin uç vermesini keyifle ne hissettik ne de seyrettik.
Yeter ki memleket kurtulsun…
Bilemedik ve düşünmedik ki hangi mirasyediye miras kalacak?
Hadi memleketi kurtardık diyelim de… Mirasyediyi kurtarabilecek-miydik / kurtarabildik mi? Soru zor… Cevabı daha da zor…