Muhtevadan daha çok şekilciliğin ön plana çıktığı günümüzde, muhteva değil de şekilcilik konuşulur oldu hep!…
Zarfa şekil, mazrufa muhteva olarak bakıldığında, aslında zarfın pek de önemli olmadığı, esas önemli olanın zarfın içindekinin, yani mazrufun ne olduğudur. Zarf ne kadar şatafatlı, gösterişli de olsa, zarfın içinde bulunan ifadelerin anlam bütünlüğü her zaman zarftan daha da önemlidir. İdeal bir cemiyet hayatında, zarfın değil de her zaman mazrufun kıymet hükmü vardır. Olması gereken de budur.
Yukarıdaki ifadeler, idealist bir cemiyet hayatında zarfın yerine mazrufun geçerliliğini ortaya koymaktadır. İdealist toplumlar, her zaman mazruf yüklü bir yapıyı arar dururlar; yakaladıkları mânâ bütünlüğü ile iç disiplinlerini oluştururlar, iç kalelerini kurarlar. Böyle oluşan toplumlar kolay kolay arazlara, sektelere de uğramazlar. Bu toplumlar huzurlu, mutlu; kötülüklerden azade toplum olurlar.
Bu mânâda günümüzün yürürlükte olan cari cemiyet hayatına bakıldığındaysa, tamamen ters bir durum arz etmektedir. Yani, mazruf (muhteva) unutulup, zarf (şekilcilik) hep ön plana çıkmaktadır. Yani iç disiplin, anlam bütünlüğü gibi bir takım değerlerin yerini zahiri bir takım anlayışlar almaktadır.
Halkımızın “Dışı vayvaylı, içi gaygaylı” şeklinde söylediği bir tespiti vardır ki, İşte bu tespit de zarf ve mazruf hadisesinin izahını yapmaktadır. Önemli olan insanların dış kıyafetleri, süsleri değil; akıl, fikir, düşünce ve tefekkür anlayışlarının yoğunluklarıdır. Hani yine bir söz vardır; “İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır; fikirleriyle uğurlanırlar” diye. Yani kemiyete değil de, keyfiyete bakmak her zaman evlâdır. Hatta argo bir tabir olacak ama “Eşeğe altın semer vursan, eşek yine eşektir” atasözü de, bu minval üzerinedir.
Dünyada öz dururken kabukla uğraşan, özün haricinde kalan, kabuğu, uzun ömürlü olmamasına rağmen süsleyen, püsleyen, cilalayan insanlar tanırsınız. Bu tür insanların uzun vadeli düşleri ve de hayâlleri olmaz. Hayâli olmayan insanlarınsa yarınları görkemli ve güzel değildir.
Aslına bakarsanız özden tutulmayan, öze inilmeyen işlerin kalıcılığı yoktur. Kalıcılık, mutlaka özle, yürekle alâkalıdır. Hizmette, sanatta, edebiyatta bu hep böyledir. Eğer işler bütün cephelerde kâim kılınmaz, işlere özden bakılmazsa, yapılan işler günübirlik, statik olur ki, bu da yarınlar adına kalıcılık arz etmez. Montaj, süsleme, onama gibi tedbirler belki kısa süreli bir çözüm gibi görülse de, işin aslı; kültürle beslenmiş, akademik bakışla donatılmış üretim ve imalatlar yalnızca kalıcılık arz eder.
Tali bir takım yollardan geçmek ve pansuman tedbirlerle cemiyete fayda sağlamak yerine, realizmle beslenmiş tedbirleri cemiyete sunmak, cemiyetin her zaman faydasınadır. İnsanları kültürlü, nesilleri bilgili kılmak, bilge kişileri yetiştirmek muhteva kapsamındadır. Zarf (Şekil) saman alevi gibi geçici olup, daimi olan kalıcı olan mazrufluktur.
Bugün bütün dünyanın gök kubbesi altın taçlarla kaplansa; eğer dünya insanları ruhsuzsa, kültürsüzse, zalimse, gaddarsa, adaletsizse, tarafgirse daha bilmem yüzlerce sayılacak ne ise; bunun ne önemi vardır. Önemli olan sevginin, barışın, bilginin, kültürün, sanatın, inancın günümüzde “Sakarya” misâli ayağa kalkmasıdır. Öyleyse zarf mı? Mazruf mu?