Küreselleşmenin milli devletlere karşı yürüttüğü ekonomik ve siyasi saldırı; milli devletleri egemenlik krizleri içine sürükledi.
Ekonominin yönetimini, çok uluslu şirketler ele geçirince, ulus devleti yönetenlere, sadece asayişi temin ve vergi toplamak kadı.
Hani övünüyorlardı ya, devleti küçültmek iyi bir şeydir diye. Şimdilerde yaşadığımız kriz; devletin küçülmesinin krizidir.
Ekonomik egemenliğin çöküşü, milli kaynakların yabancıların eline geçişi, kültürel egemenliğin vurgulanmasını gündeme getirdi. Osmanlıcılık, mezhepçilik, anti emperyalist olmayan milliyetçilik gibi kültürel varlıklara geri dönüşler oldu.
Çünkü küreselleşmeden sonra, “iğdiş edilmiş ve kısır” bir milli devlet kadı.
Propagandalarla milli devlet güçlü gibi gösterilse de, gerçek gücü elinden alınmış, iğdiş edilmiş bir milli devletimiz var.
Batı ve ABD’nin emperyalist saldırısından kurtulmak, eski bağımsızlık günlerine geri dönme düşüncesi, halkımızda ağır basmaya başladı.
Kadim kültüre dönersek, yeniden “Osmanlı olursak bağımsız oluruz” duygusu, hayat bulmaya yüz tuttu.
Erdoğan gibi, ulus devletin liderleri, yabancı yatırımcıların, küresel antlaşmaların, uluslar arası finansın, sermayenin esiri olmuş ekonomileri denetleyemeyeceklerinin farkında olduklarından, sadece kültürel dünyanın, din dünyasının içinden yol alabileceklerinin farkındadırlar.
Bu farkındalık o kadar öyledir ki; Erdoğan egemen sermayenin temsilcileri karşısında yaptığı konuşmada, OHAL’ı savunurken, “Grevlere müdahale için OHAL’ı kullanıyoruz” diyebilmiştir.
Çalışanlara karşı, patronları koruduğunu söylemek zorunda kalmıştır.
Çünkü küreselleşme saldırılarına karşı dik durmayıp, milli varlıkları ve ulusal pazarları onlara devrettikleri için, şimdi işçiye karşı egemen sermayenin yanında kalmak zorundadırlar.
Son 16 yılda, ulus devletimizin/ milli devletimizin yetkilerinin ne hale gelmiş olduğunu anlayabiliriz.
Milli devlet egemenliğini kaybetmiş, geriye sadece kültür ve inançlar kalmıştır.
Şimdilerde o inanç dünyasını, kültür dünyasını öne çıkararak, kaybettikleri bağımsızlığı geri alabiliriz sanıyorlar.
Halkımızdaki milli duyguların öne çıkması, kültürel milliyetçiğin hızlanması; milli devletin küreselleşme saldırısından aldığı yaraların ifadesidir.
Küreselleşmenin milli devlet üzerindeki tasallutu halen sona ermemiştir. Milli devletin temel taşı olan orduya saldırılar çeşitli bahanelerle halen sürmektedir.
Türk ordusunu, Amerika’nın müdahale ettiği bölgelere koç başı yapma gayreti, hem iç cephede, hem de dış cephede hala vardır. Hala Afganistan’da ABD’nin emrinde 2000 Türk Askeri var.
Ordu içerde ve dışarda düşmana karşı savaşırken, hala orduyu, darbeci gibi anlatmak, afişler bastırmak hep bu gayretlerin meyvesidir.
Darbeler üzerinden sürdürülen ordu düşmanlığı sürmektedir. Mezhepçi anlayış bilerek veya bilmeyerek ordu düşmanlığı yaparken, aslında milli-devlet düşmanlığı yapmış olmaktadır. Amerika da Türk ordusunun düşmanıdır. Mezhepçiler de… PKK da…
Ordu milli devlete karşı saldıranlarla savaşırken, mezhepçiler de, Türk ordusu ile darbecilik üzerinden savaşmaktadır.
Küreselleşme saldırıları sadece, milli devleti tahrip etmekle ve onu krizlerin içine sokmakla kalmamıştır. Otoriterleşmeyi de beraberinde getirince, seçimler; demokrasiyi terk etmenin yolu haline gelmiştir.
Bu durum da, çok uluslu şirketlerin, ulusal pazarları daha kolay kullanmasını, beraberinde getirmiştir.
Ekonomik eşitsizlik, sosyal güvencelerin kalkması; ekonomik felaket tehlikesi altında olduğumuz fikri, dincilik, milliyetçi ve radikal fikirleri örgütlü hale getirmiştir.
Otoriterizm, uluslar arası sermayenin, ülkemizde serbestçe hareketini savunurken, grevleri önlemek, işçi ve çalışan haklarını geriletmek üzerine gayret sarf etmektedir.
Ordunun savunulmasıyla çalışanların savunulması; iç cephenin birliğinin savunulmasıdır.
Ordu ve işçi düşmanlığı aynı şeydir. Çalışan üretir, ordu da, üretilenin güvenliğini sağlar.
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com