Her insan bir hikayedir, veya romanların birer kahramanlarıdır. Bursa Yalova yolu üzerinde yıkılıp yeniden yapımına başlanan PTT Binasının hemen karşısında meşhur bir bozacı vardı. Vardı diyorum, çünkü lezzetli bozalarının yapımına bir süre ara verdiler. Buranın sahibi şu anda doksan beş yaşlarındaki Hüseyin Dilaver, artık yaşlandı ve evine çekildi. Apartmanlarının altındaki dükkanına ara sıra uğrayıp, sıcak bir çayın deminde eski günlerini duvardaki fotoğraflarına bakarak anıyor…
Hüseyin Amca, Bulgaristan’ın Kubrat kasabasında 23 Kasım 1923’de doğduğunda Türkiye Cumhuriyeti de doğalı bir ay olmuştu. Burası yerleşim yeri olarak en erken yazılı bilgi 1624 yılına dayanmakta. Efsanelere göre XV. asrın başında kurulmuş. Bu bölgede Enitsa adında kötü ve açgözlü bir hükümdar yaşıyormuş. Tüm pınarları kapatıp tek birini bırakmış. Yerli ve etraf köy halkı para ile bu pınardan su alma mecburiyetinde kalmış. Bu nedenle yerleşim yeri Balbunar adı olarak bilinirmiş. Kubrat’ın bir buçuk km. doğusunda “Yankata” mevkîinde Balbunar yerleşim toprak tepesindeki kazılarda aslında burasının dört bin yıl önce yerleşim yeri olduğu tespit edilmiş. Yedinci asırda millet terkibi olarak Islav – Bulgar halkı yerleşmiş. Osmanlı devleti himayesi altına girdikten sonra Balbunarlar göçmen olarak 1934 yılında gelseler de, aslında ilk evlerin olduğu yer, pınar civarındaki Kubrat köyüymüş. Hüseyin Amca’nın okuduğu ilköğretim okulunun tarihi 1890 yılına kadar uzanıyormuş. 4 Mayıs 1891 yılında ise bugün hâlâ devam eden “Kiril i Metodiy” Okuma Yurdu kurulmuş. Kubrat adını ise Bulgar tarihinde bir demete bağlı üzüm çubuklarının kolayca kırılmadıkları gibi, birlikte olup kimsenin yememesi için oğullarına verdiği akıllı vasiyeti ile bilinen Atabulgar Kubrat Han’dan almış. En önemli edinimleri ise iki değirmen, iki tarakhane ve bir yağhane. Halk geçimini tarım, hayvancılık, odun geliri, tuğlacılık, bakkal ve manifatura malları tüccarlığı ile sağlıyormuş. 1949 yılında Kubrat köyü, şehir ilân edilmiş.
Malum çalışmak hayatın gerçeği, onsuz yaşam ölüm demektir. Hüseyin Amca’da yakınlarındaki Tutrakan kasabasına gidip oradan aldığı cam gibi parlak boncuk boncuk üzümleri tezgahında satar. Ailesine destek verdiği yıllar yirmili yaşlarıdır. Yaz ayının sonlarıydı. Tezgahı gölge bir yerde olmasına rağmen Eyyâm-ı bûhur insanları olduğu yerde sırılsıklam bırakıyordu. Hüseyin Amca da ensesinde ıslak bir mendille tezgahın başındaydı.
Tutrakan kasabasına girilir girilmez hemen kenarından akan Tuna nehrinin suları öylesine güzel parlıyordu ki, gümüşten farkı yoktu. O nehrin üstünden uçuşan kuşlar ise özgürlüğün timsaliydi. Her evin arasındaki boşluk yeşillikti. Önlerinde kesin genişçe bir bahçesi olur ve içinde bin bir çeşit çiçeklerle donatılırdı. Tutrakanlıların ellerinde olta ve ağ eksik olmazmış. Burayı 17.yy’da ziyaret ziyaret eden büyük Osmanlı gezgini Evliya Çelebi bu nehir kasabasında yaşayanlar için, “Tuna’nın geniş alanların efendisi.” olarak tanımlamış. Seyehatmesinde sadece erkeklerin değil, kadınların da balıkçılıkla uğraştıklarını belirtmiş. Geniş limanında yüzlerce balık kayığı demir atarken tutulan morina balığı Avrupa’da oldukça rağbet görüyordu. Balığın taze kalması ve uzak yerlere kadar ulaşabilmesi için önce tuzlanır ve dikkatlice ipek kumaşa sarılırmış. Tutrakanlılar, bin bir balık tutma ve muhafaza yöntemini bildikleri gibi balıktan da lezzetli balık çorbalar yaparmış.
Günlerden pazar ve eylül ayının da ilk günleriydi. Kasaba bugün neredeyse boşalmıştı. Tutrakanlılar, Şumentsi köyü yakınlarındaki “Askeri mezarlık 1916” ismini taşıyan anıt mezarlığında anma törenleri ve ayin için gitmişlerdi. Burada Bulgar, Romen, Alman ve Türk olmak üzere sekiz bin asker yatıyordu. 1941 yılında başlayan bu anma törenlerinin yapıldığı anıt mezarlığı, Bulgaristan’ın en büyük askeri mezarlığıydı. Mezarlığın tam ortasında dikili taş üzerinde Bulgarca, Romence, Almanca ve Türkçe şu sözler yazılıydı,
“Vatanları uğuruna hayatını kahramanca feda etmeyi bilenlere – saygı ve zafer”.
Hüseyin Amca tezgahın başında beklemekten yorulmuştu. Kubrat’a da gidip gelmek bütçesinden başka, zamanını da alıyordu. En iyisinin bu kasabada bir ev tutmak olduğuna karar verdi. Bulduğu ev bahçeliydi . Ev sahibi ile bir odası için anlaşıp tuttu. Gündüzleri tezgahında üzümleri sattıktan sonra burada konaklardı. Bu arada ev sahibinin güzel bir kızı vardır. Şimdi biliyorum, ‘güzel ile kız’ sözcüklerini yazınca aklınızdan Hüseyin Amca yoksa bu kızla büyük bir aşk mı yaşayacak? diyenleriniz olabilir. Bu hikayeyi oğlu Tayfun’dan dinlerken ben de böyle düşünmüştüm biran. Tabi ki öyle bir durum yok. Ev sahibinin kızı, sohbetlerinin birinde, abisinin İstanbul’da okuduğunu ve birçok kitabının bodrum katında geniş bir sandığın içinde saklı olduğunu söyler. (Bulgaristan Hükumeti yasaklamış da olabilir.) Hüseyin Amca kitapları merak eder. O yıllarda ders kitaplarının dışında başka kitapları da görmemiştir. İzbe görünümlü depoya birlikte inerler. Kız sandığı açtığında üstte duran bir kitaba dikkatle bakar Hüseyin Amca. Alır, üzerindeki tozu biraz ileri giderek üfler. Kitabın üzerinde “Nutuk” yazar. Kızdan rica edip okuyup geri vereceğini söyler. Kitaplar biraz daha karıştırıldıkça arasından Afet İnan’ın “Umum Türk Tarihi” kitabına bakar. Onunda sayfalarını çevirdikçe tozlar ortalığa saçılır. Onu da ister. Kız gülümser ve kitapları verir.
Hava kararmıştır. Hüseyin Amca odasına çekilir. Gaz lambasının ışığını daha da açar ve yatağının başucuna koyup uzanır. Okumaya önce Atatürk’ün yazdığı Nutuk’tan başlar. İlk sayfalarını çevirir, Samsun’a çıkışla TBMM’nin Toplanmasına Değin Geçen Dönem” Bölümünü çevirip okumaya başladığında, sözcüklerin birçoğunu anlayamaz. Diğer kitaba göz gezdirirken yorgunluktan uyuya kalır. Sabah uyanır uyanmaz kitabı tekrar gözden geçirir. Giyinip dışarı çıktığında ev sahibini görür. Bir koşu odasına gidip Nutuk kitabını alır ve ona gösterir. Ev sahibi, yazıların genelde Farsça kelimeler olduğunu söyler. Hüseyin Amca, bir gün üzümleri kalmadığında öğleden sonra saat üçte, Rusçuk şehrine gider. Önüne çıkan orta yaşlarda bir adama, Farsça-Türkçe sözlüğü nasıl bulabileceğini sorar. Adam, ona yakınlarda bir kütüphaneyi tarif eder. Kütüphane sorumlusuna istediği sözlüğü sorar. Görevli, kitaplar arasında dört dolanır. “Bulamadım.” diye döner. Hüseyin Amca çok üzülür. Dışarı çıkmak üzereyken, arkasından bir sese dönüp bakar. “Evladım, şimdi hatırladım. Sen gel benimle…” diye kitapların arasından sözlüğü bulup Hüseyin Amca’ya verir.
Akşama doğru elinde sözlükle evine yakın kurduğu tezgahına gelir. Eve gireceği esnada ev sahibinin kızını görür. Ona elindeki üzüm poşetini verir. Yolculuk yormuştur. Ama heyecanlıdır. Odadaki pencereye yakın tahta sandalyeye oturur. Zaten pek eşyası da yoktur. Tahta masanın üzeri, kıymıkların başkaldırmasıyla kırçıllıdır. Nutuk kitabıyla aldığı sözlüğü yan yana getirir. Anlamadığı sözcükleri cebinde taşıdığı küçük kurşun kalemle hem deftere hem de kitaptaki sözcüklerin altına küçük küçük yazar. Yazarken de öğrenir. Atatürk’ün “Bir vatan nasıl kurtulur?” mücadelesini artık çözmüştür. Kitapta dikkat çektiği bölümlerden birisi de şapka devrimidir. Aklına kendi köyü ile uğradığı Tutrakan Kasabasının belli bölgesinde yaşayanların kafasında bezlerle sarılı olanlar gelir. “Bu devrimin ucundan ben de tutmayım.” dediği tarih 1943’dür. 1 Mart 1941 tarihinde ise, Bulgar Hükumeti Hitler ile Viyana’da Faşist Hitlerci Bloka katılmasına ve halkın buna karşı direniş göstermesine rağmen altı yüz bin kişilik ordusuyla Bulgaristan’ı işgal etmişti. Hitler’in planı Türkiye ve oradan Rusya’ydı. Ancak İsmet İnönü kurnaz ve akılcı politikasıyla ülkesine Hitler’i sokmadı.
Hüseyin Amca, yaşadığı toprakların savaş kokusunda, Nutuk’tan oldukça etkilenir. Kolları sıvar ve Tutrakan Kasabasının ilkokul öğrencileriyle birlikte bir bayram günü topladıkları şeker ve tebrik kartlarını satarak şapkalar alır. Bunları köylerindeki gençlerin sarıklarını çıkartarak taktırır. Daha sonra onlarla birlikte çektirdiği fotoğrafın altına da şu notu bırakır,
“Bulgaristan’ın Tutrakan Kasabasının İlkokul öğrencileriyle fakir talebeler için bayram tebrikleri halka serpiş ediyorduk. 1943 Hüseyin Dilaver.”
Bir başka fotoğrafının arkasına ise şu notu düşüyordu,
“O tarihte yirmi yaşında idim. Bu fedakarlık inanın ki benim ilk milli görüş inancımdan doğmuştur. 7.6.1980
Uzun ömürler Hüseyin Amca… Siz Bulgaristan’da Atatürk devrimlerinin mücadelesini o yıllarda verirken, günümüzde onu unutturmaya çalışıyorlar. Ama başaramayacaklar!
Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.
Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.
Yayın Kurulu
Kent Akademisi Dergisi
Ayın Kitabı
Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,
Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.