Deminden beri çocukça, safça anlatan kara-kuru, kısa boylu adama; “tüm bunlar ne’ye bağlı?”.. diye sorduğumda, verdiği yanıt, bizi dehşete düşürmüştü.
Evet, Cortazar çok haklıydı.
Nakavt olmuştuk.
Büyük Usta elbette bunu anlatılan değil, yazılan öykü için söylemişti.
Ama biz, cezaevi bitişiğindeki otoparkçının anlattıklarıyla şimdiden “nakavt” olmuştuk.
Nasıl mı?
Acele etmeyin sevgili dostlar, her şeyi sırasıyla anlatacağım;
O gün öğleden sonra Göz Hastanesindeki işimiz bittikten sonra arabayı bıraktığımız hemen karşıdaki otoparka doğru yöneldiğimizde, bitişikteki Ulucanlar Cezaevini gördük.
Geçen yıllarda müze olmuş ve gezen herkes görülmesini önermişti.
Otoparktan o yöne doğru yöneldiğimizde, görevli otoparkçıya;
-Şurayı görelim de ondan sonra arabayı alırız, dedim.
Elinde para ve biletlerle dolaşan kısa boylu adam bize doğru yaklaşarak;
-Gezin gezin, on beş senem geçti orada, görün gelin de sonra konuşalım hayatın dibini-tipini..
Ben kara-kuru adama doğru gülümseyerek;
-Şaka ediyorsun galiba, dedim.
Adam;
-Yok abi ne şakası, onbeş burada beş yıl da başka yerlerde ömrümün yirmi senesini tükettim zindanlarda..
Nurcan ile ben ilk tokadı yemiş gibi sersemledik.
Bizim bu yarı baygın halimizi gören adam;
-Abi çok sarsıldınız, gelin şöyle beş dakika içeriye, diyerek bizi kanepelere doğru davet etti.
Oturduk sessizce ve yavaşça..
Nurcan sordu; “niye girdin içeri?”
Anlattı bizim kahraman..
-Ben çocuktum abla, açız, çaldık bişeyler, ekmek, peynir..bakkal dükkanın içine girince kapı önündeki yiyeceklerden götürdük, yakalandık tabii, düştük içeri çocuk yaşta..buralar hep gecekondu, şu Ulucanlar, Samanpazarı arkaları..
-Hep hırsızlıktan mı bu on beş yıl?
-Yok abla, girip çıkıyoruz ha bire, kimi çalmalardan kimi kavga-dövüş-yaralamalardan,kimi kurşun sıkmadan..çok çeşitli durumlar..
-Baba nerde bu arada size sahip çıkan yok mu?
-Yok abi,babamız meyhanelerde geziyor, biz üç erkek iki kız kardeşiz..kızlar değil ama erkekler hep birlikte bu ceza evine girip çıkıyoruz, bazen birimiz az birimiz çok yatıp çıkıyor, yıllar böyle tükendi işte..ama hepimiz de çok yıllar sonra “kurtardık” kendimizi şu karanlık odalardan, artık tüm kardeşler bu otoparkı aldık, işletiyoruz şimdi..ama çok işkence gördük, aç kaldık, çok adam tanıdık her cinsten..
Adam sözün burasında öyküsüne ara verip, “siz gezip gelin abi, bir görün o karanlık, soğuk odaları, sonra yine konuşuruz” diyerek bize yol gösterdi.
Geçtik eski cezaevine, geçen yıllarda müze olan açıklamalı giriş kapısından ileriye doğru yürüdük çok değişik duygularla..
Ünlü-ünsüz birçok siyasilerin de yattığı koğuşları-odaları görerek, kişilerin kısa yaşam öykülerini okuyarak, ülkemizin “özgürlük ve siyasal yaşam serüveni” üzerine zihnimize yeni anımsatmalar yaptırarak..
Nazım Hikmet’in kaldığı ranzanın önündeki resmine bakan bir aile içindeki çocuğun sorusu karşısında “bizim şaşkınlığımız ve annesinin suskunluğu”..
Çocuğun merakla; “niye burada yatmış anne?” sorusu..
Ve hanımla bizim kafamızın çengeline takılan sorular;
-Çocuklara burası gezdirilmeli mi ve böyle sorulara nasıl akılcı yanıtlar verileceği..
Çıkıp otoparka döndüğümüzde kahramanımız bizi yeniden kanepesine oturtup çay söyledi.
-Nasıl abi, gördünüz mü hayatın dibini?..
Biz birbirimize bakıp sustuk.
Adamımız devam etti kaldığı yerden..
-Biz ağabeylerimizle girdik-çıktık, yattık-çıktık her şeyi hatta okuma yazmayı bile esas o koğuşlarda öğrendik, ama şimdi burayı alıp işletmeye başladık beş yıldır, geçen yıllarda otoparkçılar derneğini kurup Ankara’da bir uluslar arası kongre bile yaptık.
Ayrılmadan, son bir soru daha sorabilir miyim, dedim.
-Buyur abi, ne demek, her zaman beklerim ablamla sizi..
-Sağol, bize çok ilginç şeyler anlattın, çok üretken-öğretici bir yaşam öyküsü, peki, tüm bunlar ne’ye bağlı?
Sözün burasında gözlerini cezaevi kulesinin üstünden uzaklardaki ufuklara dikerek uzun uzun baktı ve yine bize dönerek yavaşça;
-Neye bağlı biliyor musun abim, üvey anneye bağlı üvey anneye..
Arabaya doğru yöneldiğimizde dönüp baktığımda adamın gözlerinden iki damlacık süzülmüştü yanaklarına doğru..