Dalgalı beyaz saçları, masmavi gözleri, ufak tefek görünüşüyle çok sevimliydi. Tatlı dilliydi. Yüzü her zaman gülerdi. Misafir ağırlamasına bayılırdı.
Eskisi gibi iyi duyamıyordu. Nerede, kimlerle yaşadığını kavrayamıyordu. Bu dünyaya iyiden iyiye yabancılaşmaya başlamıştı. Başlangıç aşamasında olan hastalığı yaşadığı çevre ile bağlarını birer birer koparıyordu. Belki de durumunun böyle olması onun yararınaydı. Hafızasının gidip gelmesi yüreğindeki acılarını azaltmasa da, acılarının şiddetini hafifletiyordu. Hayat arkadaşını yaklaşık iki sene önce kaybetmişti. O günden beri bu vefatı kabullenememiş, eşinin geleceği günü dört gözle bekliyordu. Ondan haber alamayışı onu çok üzüyordu. Çok sevdiklerini teker teker kaybediyor olması ona ağır gelmişti.
Bir sabah acıyla uyandı. Bal damlayan ağzından kan geliyordu. Yaşının çok ilerlemiş olmasından, bunun ne demek olduğunu anlayamadı. Aile bireyleri telaşlanmıştı. Korku içindeydiler ve onu hastaneye kaldırdılar. Gözetim altına alındı. Doktorların şüphelendiği gibi bir rahatsızlığı olmadığı anlaşıldı. Evine geri gönderildi. Hafızası yerindeydi.
İnsanları tanıyor, özlediklerini sayıklıyordu. Aynı gün bedeni zamana yenik düştü ve yoğun bakıma alındı. İki dünya arasına sıkışıp kaldı. Ne bu dünyadaki sevdiklerini bırakabiliyor, ne de öbür dünyadaki sevdiklerine kavuşabiliyordu.
Mücadele ediyordu. Nerede kalmasına karar verilirse orada kalacaktı. Ya bazı hayati fonksiyonlarını kaybederek yaşamına devam edecek ya da sonsuzluğa kanat açacaktı. Hastanede kaldığı sürece devamlı etrafına ses verdi.
Doktorlar onu hayatta tutmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Evlatları son nefesini verene kadar tüm müdahalelerin yapılmasını istiyordu. Organları birer birer iflas ediyordu. Yine de sesini duyurmaya çalışıyordu.
“ İki dünya arasına sıkıştım. Ne buraya aidim ne de diğer tarafa, ses veriyorum duyan yok sanki. Ben var mıyım? Sizlerle miyim? Neredeyim bilen var mı sanki? Yaşıyorum, yaşamaya çalışıyorum, yaşamıyorum, ayırt edemiyorum sanki. Güçlüyüm, direniyorum ama tükenmekteyim sanki. Bugün dünya gözüyle etrafımı gördüm, gönül gözüm şimdilik kapalı. Kısmetse yarına görüşebiliriz sanki. Sevgim sınırsız, hayat doluyum, bunları göstermek istiyorum da olmuyor sanki. Beni rahat bırakın, rahata ereyim. Çağırıyorlar gitmeliyim, kalmalıyım da sanki. Varlığıma aldırış etmeyin, kalbimdesiniz. Ben gitsem de hep birlikteyiz sanki.”
İnsan belirli bir yaşa gelince aile bireylerinin ölümüne şahit olmaya başlıyor. Genellikle çınarın en olgun yapraklarından başlayarak sırası gelen yaprak solup toprağa karışıyor. Mevsim değiştikçe yeni nesil yapraklar yeşeriyor, ta ki soy tükenene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Zamanın nasıl akıp gittiğine kimse inanamıyor.
“Ölümlü dünya ölümlü insan, ha alim olsan ha zalim olsan” deniyor şarkıda. Hepimizin son durağı bir avuç toprak olacak, mademki hayat kısa, en kaliteli şekilde yaşamaya bakalım. Hayat bizi çarkları arasında ezeceğine, biz hayata kafa tutalım.
Mutlu günlerde sağlıkla kalın.