“Şiiryum “ Hasan Hüseyin Korkmazgil
1927 Gürün/Sivas doğumlu olan Hasan Hüseyin Korkmazgil,26 şubat 1984’de aramızdan ayrıldı..
Karlar altında nevbaharım ben”demiş A.Hamit Tarhan
Şair yazar Barış Erdoğan Bu dizenin Hasan Hüseyin’e ne kadar da yakıştığını düşünmüş ve ‘’Karlar Altında BIÇKIN Bir Nevbahar başlığıyla MAYIS-2107’ de Şehir dergisinde O’nu anlatan bir makale yayınlamış,oradan alıntılarla başlayalım anlatımımıza:
Halkın çocuğu Hasan Hüseyin’i, halkın şairini kelepçeleyip( “kelepçemin karasında bir ak güvercin” şiirini anımsayalım.) görevden uzaklaştırırlar. Niğde’den Adana’ya gittiğinde yoksul halkın ezildiğini görür, şiir kıvılcımının ilk çaktığı yer olarak Adana’yı beller. Adana’da yatılı okulda lise okumaktadır.Artık şiirlerinde ırgat pazarlarının içyüzü, pamuk işçilerinin sorunları, dokuma fabrikalarının felaketi, teneke mahalleler önemli yer tutar.
“bir bıçak bu sayın doktor, bir bıçak / kore’yi elma gibi / vietnam’ı elma gibi / ikiye bölen bıçak / dolaşıyor ortadoğu’nun şahdamarında / bu bıçağı tanırız biz”
dizelerinde isteyen istediği kadar suç unsuru bulabilir (!)
Gürünlü delifişek Hasan Hüseyin, içten içe erimektense sesini yükseltir ancak yazdıkları başına iş açar ve Göksun’da görevdeyken tutuklanır ve memuriyetten uzaklaştırılır.
“silâh ve şarkı / ben bütün karanlıkları bunlarla yendim /
doğacak çocuğumun kanında esen /
emekçi karımın dimdik bakışlarında /
ve çetelerin sipsivri uykusuzluğu /
silâh ve şarkı”
dizeleri uzun sürecek davalarını başlatır.
Aile dostu, dava arkadaşı, avukatı Halit Çelenk, Kızılırmak şiiri hakkında açılan davaya itiraz eden, şairi savunan kişidir. …”Şiirde sembolik olarak kullanılan ‘Silah ve Şarkı/Ben bütün karanlıkları/Bunlarla yendim’ sözcüklerini ‘Zor kullanma yoluyla bir sınıfın egemenliğini kurmak isteme’ biçiminde değerlendiriyor ve böylece şairin tutuklanmasına ve 51 gün tutuklu kalmasına neden oluyor.”
Artık ekmek kavgası, hayat mücadelesi öğretmenlik mesleği dışında verilecektir. Şiir nasıl bir namus işiyse ekmek kazanmak da bir namus işidir. Arzuhalcilik, tabelacılık, dergicilik, düzeltmenlik ekmek kapısı olur.Hapishane denen zindanda edebiyatın büyük ustası Aziz Nesin’le tanışır, edebiyat dünyasının kapılarını onun da aracılığıyla bir bir açmaya başlar. Kader onu ressam Balaban dışında Sunullah Arısoy, Salim Şengil, Halit Çelenk, Şükran Kurdakul gibi edebiyat dünyasında yer alan kişilerle tanıştırır.
Ve 1970 sonrası bir şiir koşusu başlar
Peki şiir nedir Hasan Hüseyin için? Acılara Tutunmak’ın önsözünde şunları söylüyor: “Yıllardır yazar, çizer, söylerim: bilineni bilinmeze, görüneni görünmeze, duyulanı duyulmaza, kısacası somutu soyuta itmek değildir Şiir’in işi. Tam tersi: bilinmezi bilinir, görünmezi görünür, duyulmazı duyulur, duyumsanmazı duyumsanır, algılanamazı algılanabilir yapmaktır!.”
en sevdiğim şiirlerinden birini okuyalım
ACIYI BAL EYLEDİK
«pir sultan ölür dirilir»
bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana
sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne
kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni
kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
kör olası demiyorum
kör olma da
gör beni
Nif sanat dergisinden Rahim Sağ’ın ‘’toplumcu gerçekçi türk şiiri ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’’ makalesinden alıntılar yapalım şimdi de: Hasan Hüseyin’in Toplumcu kimliği onun içinde yeşerdiği Anadolu toprağının doğasındaki lirizmi dizelerine yansıtmasına engel olmamıştır. Haziranda Ölmek Zor’daki “Ben Güzeli Zeynep’ledim” şiirinde bu durum buram buram Anadolu kokan dizelerde görülür:
Bir türküye vuruldum ben a dostlar
Zeynep’le bir söğütlü bir
firaklı bir türküye
Sevda geldi ince ince
Donattı bedenimi
ipek ipek tül tül beni …
En sevilen ve bilinen şiirlerinden biri olan “Acılara Tutunmaktaki dizelerde görülen de daha protest tavırlı lirik bir duruştur:
“aramakmış oysa sevmek
Özlemekmiş oysa sevmek
bulup bulup yitirmekmiş
Düşsel bir oyuncağı
Yalanmış hepsi yalan
Sevmek diye bir şey vardı
Sevmek diye bir şey yokmuş…
Hasan Hüseyin’in eserleri üzerine toplu bir analiz yapan Mehmet Aydın, şairin Filizkıran Fırtınası dışındaki tüm eserlerinde lirizmin nasıl öncelendiğini göstermesi bakımından yaptığı değerlendirme bu anlamda önemlidir. Aydın’a göre Hasan Hüseyin’in “Ağlasun Şafağında kendine özgü bir destan denemesine girişip Anadolu kadınına, doğru yorumlar getirir: Oğlak’ta umudu, Acıyı Bal Eylemekte acıyı ve hüznü verirken,Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin kitabında barışın önemine değinir. Koçero Vatan Şiiri ile Haziran’da Ölmek Zor adlı yapıtlarında insana ve sevgiye verdiği büyük değerleri dile getirir. Filizkıran Fırtınasında dünya genelindeki terör ve faşizmin kötülüklerini vurgular, Acılara Tutunmak ‘ta siyasal cinayetler in kapanmayan acıları ele alınır. Işıklarla Oynamayın ve Kandan Kına Yakılmaz ‘da birey dışlanmadan, yurt ve doğa güzellikleri yanında toplumsal mutluluğun özlem i çekilir. ”
Öyle ki, Hasan Hüseyin şiirinin, geçen zaman dilimi içerisinde artan bir oranda geniş bir okuyucu kitlesine seslenebilmesi ve şiiriyle bu geniş kitleyi kucaklayabilmesindeki sihir de onun dizelerinde sloganlaşan kuru anlatım yerine, eserine sinmiş bulunan bu lirizmdir. !
Tekrar şair yazar Barış Erdoğan’ın ‘’Karlar Altında BIÇKIN Bir Nevbahar başlığındaki makalesine dönelim
Yaraları kabuk bağlamış SİVAS Gürünlü yiğit adam, insanlığa nasıl bir ışık taşıyıcıdır? “Alacakaranlıkta Kimlik” şiirinde şiir dünyasının ayak izlerini bulmaya başlarız:
“gürün’de doğdum, /
allahın bol /
yoksulluğun kolgezdiği / /
babanın gurbet /
ananın ağıt düzdüğü /
ve öküzün örümcekle çiftleştiği yerlerin birinde doğdum /
arttı kaşık / bir eklendi /
artmadı bulgur / …. /
ey kitaplar /
ey bilgeler /
benim tepetakla öğütçülerim /
ben bu yolun kangısına gideyim?
” Her ne kadar yoksullukla boğuşsa da bal toplayacağı çiçeği çoktur; bu nedenle çocukluğu gıpta edilecek denli güzeldir: “
…zengin bir doğanın kucağında, yoksul bir sosyal çevrede, renkli bir çocukluk geçirdim. Bütün oyuncaklarımı kendim yaptım. Çok masal, çok türkü dinledim…”der…
Hasan Hüseyin’in sözleriyle sağırların kulağı delinir, körlerin gözleri fal taşı gibi açılır. Onun ilk adımı diğer adımlarının adresidir.
Hayat hikâyesi bir şaire yakışacak zenginlikte geçer ki şiir yolunun sarp yamaçları, dikenleri ona “Kavel” olur,
Kavel, İstinye’deki Kavel kablo fabrikasındaki işçilerin direnişidir. İşçi sınıfı, haklarını ilk kez bu grev yoluyla aramıştır; bu direniş Türkiye’deki sosyalist harekete de yön vermiştir. Kitaptaki “Kokmuşlar Mezarlığı, Akşam Delisi, Eşkıya, Türkçe Uyanmak, Şafakta… ” gibi şiirler Hasan Hüseyin’in kavgacı, mücadeleci yönünü ortaya koyar.
1963’te okurunun karşısına bir şiir bildirisi hüviyetindeki “Kavel”le çıkar. Kavel, Hasan Hüseyin’in 1984’e kadar sürecek şiir serüveninin ilk basamağıdır:
işime kavel dedim
karıma kavel diyeceğim
ve soluğum tükenmedikçe
bu doyumsuz dünyada
güneşe karışmadıkça etim
kavel grevcilerinin türküsünü söyliyeceğim”
1965’te yazdığı “Tutanak” adlı şiirinde, “
ey benim /
başkaldıran bayraklara
bayraklara /
bayraklara bölünen yüreğim /
ışıl ışıl öğretmenim /
hırçın arım /
kadınım” der
Döl Yorgunu”nda “
beni sevme sakın /
ateşleri sev
kıtlıkları sev yoksullukları sev
beni sevme sakın / beni hiç sevme /
çünkü sevmek /
karanlıkta gülüşüdür ölümün” diye haykırır.
Kavel, okurun dilinde, gönlünde demlenirken bir sonraki eseri Kızılırmak’a geçit olacak “Temmuz Bildirisi”ni yayımlar.
“Masal Kokusu”nda “
ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım” der,
“Kirlileri Yıkamak’ta “çok ölürsünüz / karanlığı az kullanın – çok ölürsünüz” der,
“Ağustos Şiiri”nde “yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek” der,
Azime’li Temmuz Bildirisi 1’de “
hiçkimse bilemiyecek yörüngede neden temmuzlar tutuştuğunu” der,
hele ki “Bil ki Bu Sensin”deki
“başımsın başeğmiyeceğim /
gücümsün darmadağın /
savaşıyorsam dişimle tırnağımla /
bil ki bu sensin” dizeleri onun var olma kavgasında en ön safta yer aldığını gösterir.
Kızılırmak’taki, “
Vurun kanatlarınızı kuşlarım, /
geçin sıcak ırmakları kuşlarım, /
kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım.” dizelerini anmadan geçmemek gerekir aşk adamı Hasan Hüseyin’e..
Hasan Hüseyin uslanmaz bir aşıktır, Azime’nin ışığıdır, oğlu Temmuz’un güneşidir. Ağlasunlu Yörük kızı Azime’yle “Ağlasun Ayşafağı”nda parlayacaktır, tarihin derinliklerinde çağıl çağıl akacaktır
Azime Uşak’ta öğretmendir, ama Nazım sevdalısıdır, Nazım’ın ölümüyle kahrolur, Nazım sesli bir başka yiğidin sesini Ağustos Şiiri’nde duyar, o ses şair Hasan Hüseyin’dir. Kendisine, ‘yolumun üstünde bir top temmuz’ diyen Hasan Hüseyin’e varır. Hiç kimse Azime’ye olmaz demez. 1964’te evlenirler. Ağlasun uyuyan bir tarih devidir. Bu devin emzirdiği Azime de Ağlasun’da duru pınardır, aldı geldi koca çınarını Ağlasun’a.
oda tv için/Ahmet özer le yaptığı söyleşide Azime KOcagil’in anlattıklarına kulak verelim şimdi:
Ağlasun Ayşafağı’na adını veren tablo, bugünkü gibi gözlerimin önündedir: Bir akşam üzeri, ormanlık bir tepeye çıkmış, günbatımını izlemiş, nedense dönüş yolunu yitirmiş, bir pınarın başında gecelemeye karar vermiştik.bir mermerin üzerine oturduk…
Kayanın üzerinde, yokladıkça, ellerimizin birtakım kabartmaları izlediğini ayrımsadık. Bir yandan gece ilerliyor, ürperten sesleriyle vahşi doğa koyulaşıyordu. Ne kadar zaman geçti, belki bileklerimizde saat bile yoktu! Sıradan biçim verilmiş bir granit sandığımız şeyin üzerine tünemiş, yönümüzü doğuya vermiştik. Aşk içinde, mırıltıyla söyleşiyor, karanlıkta uçuşan yaratıkları izliyor, neyi dinlediğimizi bilmeden, arasıra susuyorduk. Yoksa uyumuş muyduk? Aynı anda kendimize geldik: Bizi dürtülmüş gibi uyandıran, elle tutulacak kadar koyulmuş bir sessizlikti! Sanki ansızın, her şey susmuştu! Elimizde olmadan, Akdağ’ın sol eteğindeki ardıç koruluğunun çevren çizgisinde, ışığa benzemeyen, gene de ışık olabilecek, belli belirsiz bir sarartıya dikmiştik gözlerimizi. Bir şey bizi oraya bakmaya sanki zorluyordu. Saniyeler mi geçti; dakika olamaz: Tanımı güç bir gerilimle gördüğümüz şey, bir bıçağın ucu gibi, parıldayan bir şeydi. En eski Ay’ın en sivri ucu belirmişti!
Ay şafağı! diye çığlık attı Hasan Hüseyin.
Aynı anda, gecenin tüm sesleri, yeniden başladı.
Arkamıza son kez baktık; hiç unutamadığımız bir şey yatıyordu, bizim üzerinde gecelediğimiz o ağır mermerde: Birbirine sarılmış, bir kadınla bir erkek kabartması; meme uçları ve başka sivri noktaları insan eliyle bir bir kırılmıştı; güzel olan ne varsa, sanki hepsinden öç alınırcasına… birlikteliğimizde, ilk kez o zaman korktuk! Bilisizlikten, bilinmezlikten, bağnazlıktan…
Gün doğmadan indik o tepeden. Unutulmaz keskin sınırlanmışlığıyla, incecik Eskiay, biz yürüdükçe yol aldı, gözlerimize dola dola: …
…öldük/ mermer de ölür/ ey şarkılar/ alın bizi!
BARIŞ ERDOĞAN denemesinde Yard. Doç Dr. Hatem Türk’ten şu bölümünü almış:
Hasan Hüseyin, 1940 kuşağı toplumcu gerçekçi şiirin yürekli şairlerindendir. Diliyle, inancıyla, Yunus yürekli seslenişiyle ön saflarda. Bin yıllık Türk şiir geleneğinin kapılarını bir bir çalar, Türk halk şiirinin özsuyunu içer, Divan şiirinin inceliğini nakış nakış işler, Milli Edebiyat dönemi şiirinin yalınlığında bilenir, Nazım şiirinde gövenir, Pir Sultan’da dirilir, anonim şiirin meyvelerini devşirir.
AkAğarmış saçlarının altında, yaşamak için direnen bir şair yüreği vardır, bu yüzden Hasan Hüseyin, “karlar altında bir nevbahar”dır. A. Hamit Tarhan kullanır “karlar altı” sözünü. Hasan Hüseyin’e yakışır aslında bu söz. Ağarmış saçlarının hikâyesine gelince derin derin inler:
“O zaman yirmi üçtü yaşım. Kimsesizdim. Avukatım bile yoktu. Anamı bile göstermediler bana. Bir gecede ağardı saçlarım. Neyini anlatayım? Her türlü namussuzluğu gördük. Neyini anlatayım? Bir başka yıldıza atılmış gibi yalnızdım. Neyini anlatayım? Yıllarca işsizlik ve vatansızlık yaşadım. Neyini anlatayım? Karayollarına ‘’amele’’ yazıldım, üç gün sonra kovdular. Neyini anlatayım?” O, “Neyi anlatayım?” dese de, “Şiir, bende, dağın ardından gelen bir silâh sesidir. Silâhın cinsini ve patlamanın amacını saptamak, sesi duyanı ilgilendirir.” demekten geri kalmaz.
Hasan Hüseyin’i ele veren bir sözle bitirelim: “Her gerçek şairin bir şiiri vardır; şair, yaşamı boyunca boğuşup durur bu şiirle; ondan koparabildiğini, parçalar halinde atar ortaya. Gerçek şair, radyum gibi, uranyum gibi şiiryumdur.”