Ayfer YILMAZ’ın ”Geçmişten Günümüze Kadın Şairlerin Konumuna Genel Bir Bakış” çalışmasından alıntılarla devam edelim. (Yrd. Doç. Dr. Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü)
A-KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KADIN ŞAİRLERİN DURUMU
Tanzimat döneminden itibaren kadın yazar ve şair sayısı gün geçtikçe artmıştır ama günümüze kadar oluşan edebi akımlar içinde kadın yazar ve şair adı yer alamamıştır. Servet-i Fünun, Fecr-i Âti, Beş Hececiler, Toplumcu Gerçekçiler, Yedi Meşaleciler, Garip dönemleri şairleri arasında kadın şaire rastlanmamaktadır. Bu durumun nedeni, edebi akımların birleştiği edebi grupların aynı zamanda bir sosyal muhit olması (Ayfer Yılmaz, 2012) ve kadınların bu sosyal muhitlere girmesinin dönemin sosyal koşulları içerisinde kolay olmaması olarak gösterilebilir. Antolojiler ve edebiyat tarihi kitaplarında yeterince kadına yer verilmemiştir. Bu bakış açısı Abdülbaki Gölpınarlı’nın, Mihrî Hanım’ı eserine alma sebebi olarak “… adı tezkirelerde geçtiği, Necâti’yi taklit ettiği ve nihayet bir kadın şair olduğu için aldık.” (Gölpınarlı, 1954, s.18, Akt. İspirli, 2007, s.447) bakışıyla aynı noktadadır.
Antolojilerden başlayarak yapılan çalışmaların kadın şairler adına durumun pek de iç açıcı olmadığı görülür. Örneğin, Memet Fuat’ın Çağdaş Türk Şiiri adlı eserinde (1996) yer alan 84 şair arasında sadece Gülten Akın’a yer verilirken, İlhami Soysal’ın 20. Yüzyıl Türk Şiiri’nde (1973) 60 şair arasında, Gülten Akın dışında Türkan İldeniz’in adına rastlanır. Müjdan Cunbur ile Neriman Saryal’ın hazırladığı Türk Kadınının Şiiri (1997) adlı çalışmada 100’den fazla kadın şaire yer verilmiştir. Yılmaz Odabaşı’nın Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi (2003), son dönemlerde adını duyuran kadın şair sayısındaki artışa da işaret eder.
Türk edebiyatında 15. y.y sonlarına kadar bilinen tek kadın şair, Selçuklular döneminde yaşamış ve aynı zamanda bir falcı olan Müneccime Hatun’dur. Osmanlı Devleti döneminde ise giderek kadın şairlerin adı azda olsa görülmeye başlanır. ‘’Osmanlıda Kadın Şairler’’ adlı yazısında Nazan Bekiroğlu, süreci, kadın şairler açısından şöyle belirler: “Divan edebiyatı ve bunun Tanzimat yılları içindeki uzantısı, yani XV. ve XIX. yüzyıllar arası, kadın şair kronolojisinin ilk bölümünü teşkil eder. Zaman bakımından uzun fakat kadın şair sayısı bakımından az bir niceliğe sahip olan bu dönemi Geleneksel dönem olarak adlandıralım.
Tanzimat hamlesinin getirileri ile biçimlenen ve Cumhuriyete (1923) veya daha doğrusu harf inkılâbına (1928) kadar süren bölümü ise Yenileşme dönemi olarak adlandıralım. Kendi içinde Tanzimat yılları ve Meşrutiyet sonrası olarak ikiye ayırabileceğimiz bu dönem ise zaman itibariyle daha dar olmasına rağmen kadın şair sayısı bakımından yoğundur. Bir başka deyişle Geleneksel dönem ile Yenileşme döneminin kadın şairlere yüklediği yoğunluk, süre ve sayı arasındaki ters bir orantıyı işaret etmektedir.” www.nazanbekiroglu.org/2000/01/02/osmanlida-kadin-sairler/ -(27.02.2012, 14:50). Türk milleti için kadın sosyal ve kültürel bakımdan oldukça önemli bir varlık olarak telakki edilmiştir.
Yaradılış mitinde Tanrı Ülgen’e âlemi yaratma ilhamını veren Akine (Akana, Akene) bir kadındır. Kadın Türk tefekkür hayatında soyut değerler silsilesinin somut varlıklar haline dönüştürülmesinde yararlanılan ilham kaynağıdır (Kara Düzgün 2007:659). Göçebe Türk kültüründe kadınının sosyal hayat içinde diğer toplumlardan daha önde olduğu bilinen bir gerçektir. İslamiyet’in kabulünden sonra ve Osmanlı devletinin kuruluş dönemlerinde de bu anlayışın devam ettiği görülmektedir. Mübeccel Kızıltan bu süreci şöyle tespit eder: “İslamiyet’in kadınları toplumsal yaşamın dışına itecek biçimde yorumlanması İstanbul’un fethedilmesinden sonradır.
Osmanlılar, Bizans’ın köleci devlet yapısından etkilenmişlerdir. Osmanlı sarayı, İran ve Bizans saraylarını örnek almışlardır. XV. yüzyılda saray, haremlik ve selamlık diye ayrılmış, bu ayrımdan vezirler, beylerde etkilenmiş, konaklarında bunu taklit etmişlerdir. Kadınlar, harem yaşamının içine çekilmiş, toplum yaşamının dışına itilmişlerdir. Osmanlı Devletini yönetenler, saray ve ulema, İslamiyet’i kadınları toplum yaşamı dışında tutulmalarını sağlayacak biçimde yorumlamışlardır. Bu koşular altında kadınların sanat yaşamında erkekler gibi sayıca çok ve etkin olamamaları doğaldır.”(Kızıltan 1994:106).Kadın Divan şairlerinin yaşadıkları sıkıntılara örnek olması bakımından birkaç ilginç anekdotu paylaşmak gerekir. Şair Zeynep Hanım, evlendikten sonra eşinin rızasını alamadığı için şiiri bırakmak mecburiyetinde kalmıştır. (Arslan2007:400’den yorumlayan Ertek Morkoç 2011:230). Mihrî Hatun, evlenmemiştir. Trabzonlu Fıtnat Hanım (1842-1911) eşinin aşırı kıskançlığının sonucu eşi tarafından kötü muamelelere maruz kalmıştır. Fıtnat Hanım, kirpiklerini kesecek kadar ileri giden eşinden ayrılmak zorunda kalmıştır. (İnal 1999: 659, Uraz 1941:84, İspirli 2007: 239 s.’dan aktaran Ertek Morkoç 2011: Sayısı, s.230-231). Divan edebiyatı döneminde şiir yazan bazı kadın şairlerin, -örneğin Cevriye Banu (d.1863—ö. 1916) gibi- ölmeden önce eserlerini bizzat kendilerinin yok etmeleri, eserlerinin kaybolmuş ya da henüz ortaya çıkarılmamış olma ihtimallerini hatırlamak gerekir. (Kızıltan, 1994: 104). Ayrıca, Divan edebiyatı geleneği içinde yaklaşık elliye yakın kadın şairin varlığına rağmen, bunların çok az bir kısmının divanının incelenmiş olması da dikkat çekici bir durumdur (Ertek Morkoç 2011:223). İskender PALA (2008) Osmanlı dönemindeki şair kadınlar için” Kadının, adının dahi gizli tutulduğu mahremiyet çizgisinin içinde bir kadın şairin sözleriyle, bunlar sanat eseri mısralar olsa bile meclislerde sohbet konusu olması kocasının ya da ailesinin boynunu yere eğen bir kabahat telakki olunur. Şair olmuş yahut olmamış hiç fark etmez……”demektedir.
Kadınların sosyal hayat içinde varlık gösterebilmeleri genellikle aileden gelen ayrıcalıklarla ilgilidir. Divan edebiyatı dönemi kadın şairlerin çoğunun babası toplum içinde saygın, unvan sahibi kimselerdir. Buna rağmen, dönemin sosyal yapısı ve erkek egemenliğinde köklü bir geleneğe sahip şiir anlayışının varlığı göz önüne alındığında, kadın şair olmak, ateşten gömlek giymeye talip olmak gibidir. 1980’ lerden sonra kadın şairlerin sayısındaki artışın sebebini değerlendiren Derya Önder, bu durumu şöyle izah eder: “Bunda ülkemizde kadın hareketlerinin artması ve desteklenmesi (her şeyden önce kadınların birbirini desteklemesi), öncül nitelik taşıyan bazı edebiyat dergilerinin şair kadınlara yer vermesi gibi nedenler önemli rol oynar. Ama asıl önemli olan dönemin şair kadınlarının onlardan (her nedense) hiç beklenmedik (ama aslında sadece içlerinden çıkardıkları) şiirler yazmaları, şiirlerindeki dilin nitelikli ve çarpıcı isyanı, sözcükleri yırtış şekilleridir. Çünkü bu hem izleyici konumunda bekleyen diğer kadınların harekete geçmesine hem de yazmak için cesaretlendirilmelerine yol açmıştır.
(www.deryaonder.com/node/19,Posted May 17 th, 2008 by derya onder 04.03.2012, 18:54). 1990’lı yıllarda kadın şairlerin sayısında ise 1980’lere oranla daha fazla sayında kadın şair edebiyat dünyasına dahil olmuştur. Bunda, kadınların giderek daha da bilinçlenmesinin ve gelişen teknolojik imkânlar sayesinde kadınların seslerini daha fazla duyurabilmesinin etkisi olduğu düşünebilir. Oya Batum Menteşe gelinen noktayı şöyle değerlendirir: “Günümüzde, edebiyatın erkek-egemen marjinal, başarısız ve etkisiz olduğu günlerden, kadın ve erkek yazarın aynı şekilde evrensel olabileceği anlayışa gelindi. Kalemin erkekliği temsil ettiği günlerden, sayfanın kadın yaratıcılığını temsil ettiği günlere gelindi.” (Oya Batum Menteşe 2002’den Aktaran Tağızade-Karaca 2006: 421).
B-AŞIKLIK GELENEĞİ İÇİNDE KADIN ŞAİRLERİN DURUMU
Âşıklık geleneği içindeki kadın şairlerin durumunu Dr. Ahsen Turan’ın bir çalışmasından takip edelim: “Toplumun kadına ve kadının saz çalıp söylemesine bakışı, anne-baba ve eşle yaşanan problemler, âşıklık geleneğinin gereklerini yerine getirip getirememe problemleri, erkek âşıkların kadın âşıklarla geleneği paylaşma hususundaki problemleri bunlardan birkaçıdır. Âşıklık geleneği içinde de eşlerinden desteklenmeyenler hatta şiddete maruz kalanlar olmuştur: “Senem Akkaş (Âşık Şahsenem) eşi tarafından sazı kırılmış, şiirleri yakılmıştır. Âşık Şahsenem çektiği sıkıntılarla ilgili “Gönülden Gönüle Gider Yol Gizli Gizli türküsünü dinlerken duygulandım, ona benzer Gel Gizli Gizli diye bir şiir yazdım. Eşim ‘Sen kimi çağırıyorsun gizli gizli’ diye dayak attı. Sonra şiirlerimi saklamaya başladım. Bu kez de sakladığına göre ‘Bir iş karıştırıyorsun.’ diye söylendi. Bir süre bıraktım çalıp çağırmayı, sonra boşandım.” demektedir (Haber7/www.tumgazeteler.com/29.03.2006,20.11.2011’den alıntılayan Turan, Saluk 2011:8).
Âşıklık geleneği içinde kadın şairlerin, dinleyiciler karşısında yapılan atışmalarda erkek âşıkların sözlerini sakınmadan söylemelerinden dolayı duydukları rahatsızlıklara da günümüzde kadın şairlerin -özelde kadın âşıkların- yaşadığı zorluklara örnek gösterebiliriz. Ozan Gülçınar bu sebeple “Kişiliğini bilmediğim insanla atışmam. Dünyalar verseler kadınlık gururum daha önemli. Orada sadece kendimi değil, tüm kadınları temsil ediyorum.” demektedir. (Sever, 2010:87’den aktaran Turan, Saluk 2011:22). Bu konuda Sarıcakız’ın yaşadığı bir olaydan da bahsetmek gerekir: “Âşıklar Bayramı’na katılan Sarıcakız’ın atışma yaptığı Karslı Âşık İlhami Demir’i yenmesi üzerine bu olay, gazeteler tarafından “Kadın Ozanın Fendi Erkekleri Yendi.” Şeklinde manşet yapmıştır. Ancak Sarıcakız bu haberden sonra uzun müddet âşıklar bayramına çağrılmamıştır. (Çınar, 2008:52, Gazel, 1997’den aktaran Turan, Saluk )
Anadolu’da kısıtlı olanaklar dahilinde yetişen kadın şairlerin isimlerini duyurmaları büyük şehirlerde yaşayanlara göre daha güçtür. Özellikle kadın âşıkların, eğitim alma konusunda yaşadıkları sıkıntıları, eserlerinde de yansıttıklarını görmekteyiz. İstediği tahsili alamayan ve bunun acısını içinde hisseden Ayten Çınar(Ozan Gülçınar) duygularını şöyle ifade eder:“Bayrağımın gölgesinde Atatürk’ün ilkesinde Cumhuriyet ülkesinde Öğretmen olmak isterdim” (Alp 2010:61’den aktaran Turan, Saluk 2011:7).
SONUÇ: Akademik çalışmalar içinde yer alan kadın araştırmacılara da bu bakımdan bir görev ve sorumluluk düştüğü açıktır. Üniversitelerde, özellikle de edebiyat bölümlerinde yapılan faaliyetlerde, kadın yazar ve şairlerin gençlere tanıtılması sağlanmalıdır. Böylece, kadının toplum hayatındaki yeri pekişirken, kadın yazar ve şairler edebiyat dünyasında olmaları gereken yerde temsil edilebilirler kanaatindeyiz. Medeni milletler seviyesinde olabilmenin ölçütlerinden biri de, muhakkak kadına verilen değer ve duyulan saygıdır. Bu bağlamda, kadın şairlerin seslerini daha fazla duyurabilmeleri için, öncelikle kadınlar lehine yaklaşımların yerleşmesi gerekir.
Değerli okuyucu dostlar, Virginia Woolf’un dediği gibi’’ para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın’’. Bundan sonrasında eşit şartlar altında şiirlerimizi romanlarımızı yazma, tanıtma imkanını sağlayıp kalıcı eserlere imza atmamız dileğiyle, saygıyla…
Hikmet Işık CANKAT