Dokunduğumda acı duysam da oyuncağım gibiydi, kafamın tepesindeki yağ bezesi. Bezeye yağ depolandıkça büyüyordu.
Doktora gitmekten kuşku duyuyordum.
Yağ bezesinden derdi olanlarla dertleşir, bilgi alırdım. Böyle bir dertleşme sırasında sırtındaki bezeden söz açan arkadaş, “Bezeyi ezersen büyür. Büyük beze daha kolay alınır.” Dedi. Arkadaş derdime derman olmasa da konu hakkında yeni bir bilgi öğrenmiş oldum. Arada bezemi aldırma duygusuna kapılıyordum.
Kafamda çok da masum olmayan bir oyuncağım bulunuyordu. Bu oyuncak, canı istediğinde kendinden söz ettirecek kadar sızlıyordu.
Doktora muayene olmanın gerekliliğini biliyordum. “Yarın giderim.” Dediğim de sızlaması duruyordu. Doktora gitmeyi de istemiyordum. Beze sızısıyla beynime, büyümesiyle de saçlarıma rahatsızlık veriyordu.
Arkadaş, sırtındaki yağ bezesini sağlık ocağındaki memura aldırdığını söyledi. Ona döndüm ve “Korkmadın mı?” dedim. Arkadaş; “Ağrı duymadım.” Dedi. Memurun nasıl öğrendiğini sordum. Arkadaş, doktordan dedi.
Tepemi işgal eden bezeyi arkadaşa gösterdim. Saçlarımı kaldırdığını fark etti. Bunun üzerine kalktık ve sağlık ocağının yolunu tuttuk.
Korkuyu bir kenara bırakamadım. Elimi tepemde tutmaya devam ettim. Oyuncağımın ortadan kaldırılacağına üzülüyordum. Sağlık memurunun odasında beni tabureye oturttular. Artık büyük operasyon başlıyordu. Başımdan aşağıya beyaz bir bez geçirdiler. Tepemde bir şeylerin dönmeye başladığını anladım. Peşinden makasın nağmesini duydum. Fakat duymak, nelerin döndüğünü hissedemiyordum.
Makas bir şeyler kesti. İğne iplik gözümün önünde asıldı. Kesilen yer dikildi, temizlendi.
Memur, “Geçmiş olsun” dedi. Bezeyi mi yoksa oyuncağımı mı kaybettim karar veremedim.
Ayağa kalktığımda başım döndü. Bir hafta sonra dikişleri aldırdım.
Sağlık memuru ve bir tabure olayında yağ bezeme veda ettim.
Yıllar birbirini kovaladı. Bu defa oyuncağıma kafamın yanında kavuştum. Oyuncağım beslenmeden olsa gerek, hızla gelişti. Büyüdükçe sızısını artırmadı fakat kendini hissettirmeye başladı.
Doktor için cesaretimi topladım. İçten içe yana saman balyası gibi, korkum filizlendi. Beze ile parmaklarım arasında diyalog kurmaya çalıştım. Ameliyat kıyafetini giyene kadar bu konuda doktora karşıydım. Gayrı ihtiyari doktora, “Sağlık memuru ve bir tabure.” Dedim. Ameliyat masasının hazırlanmasını bekledim. Steril sıvılarla elimi ve yüzümü sildiler. Yardımcı arabaya uzanırken, Sağlık memuru ve bir tabure diye sesli söyledim.
Önce içten peşinden sesli güldüm.
Koridordan geçerken bana acıyarak bakanlara da güldüm. Parktan gelip memurun gösterdiği tabureye oturmuştum. Ameliyathaneye girdim ve kapılar kapandı. İçeride bir masaya aktarıldım. İki uzman doktor, iki hemşire ve bir bakıcıyla ameliyat masasına uzandım.
İfadesi yapılandan daha acı bir olay. Kafatasımdan bir parça kesiyorlar. Bir taburenin gördüğü olay nerede, şimdiki durum ise farklı. Yapılana bir mana veremedim. Demek ki baş şehirde böyle oluyor dedim. Bayıltmadıkları için yapılanları duyuyordum. Saçlarımı kestiler. Doktorların parmakları başımda piyano çalar gibi indi kalktı. Arada saçımı sildiler. Dikiş işlemini iyice duydum.
Derede taştan ataşa atladım. Büyük taşı geçtim, düz taşta suyun sesini dinledim. Başını hâlâ didikliyorlardı. Başımı sardılar ve bantladılar.
Geçmiş olsun temennisiyle ayağa kalktım.
Başımdaki oyuncağım, doktorun maharetli ellerine yenik düştü.
Başta doktorlar olmak üzere hepsine teşekkür ettim. Tekrar arabaya yatırdılar ve bu şekilde ameliyathaneyi terk ettim.
Tabureden de kalkarken memura aynı türden kelimeler sıralamıştım.