Osmanlı İmparatorluğunda azınlıkların varlığı, Osmanlı tarihinin belli başlı konularından olmuştur.
Abdülhamit tahta iken Osmanlıda, Müslümanlar %75 çoğunluğu ifade ediyordu. Hristiyanlar ve Yahudiler azınlıkların önemli bir kısmını meydana getirirdi.
Osmanlıdaki Yahudiler hiçbir zaman 500 bin ’in üzerinde olmamışlardır. Ancak Osmanlı ile iyi geçinerek, en etkili cemaat olmuştur.
1876 yılının başlarında, Abdülaziz tahta iken, Almanlar Osmanlı Devlet Divanının Müslüman ve Hristiyanlardan oluşturulmasını istemişti. Abdülaziz bu isteği kabul etmemişti. 1876 Ağustos ayında tahta çıkan II. Abdülhamit, bu öneriyi kabul etti.
Lakin Osmanlı Yahudileri bu işe çok bozuldu. Biz Osmanlıyı finanse ediyoruz, biz Osmanlının vatansever yurttaşlarıyız, neden Divan’da biz yokuz, diye homurdandılar. Uzatmayalım Yahudiler de Divan’a dahil oldular.
Osmanlıda Rumlar, Ermeniler, Bulgarlar ve diğer azınlıklar; Osmanlı zayıfladıkça cemaatlerini Osmanlı aleyhine kullanmaya başladılar. Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti zayıflayınca PKK’nın çıkması gibi…
Osmanlı Yahudilerinin o dönem vatan diyecekleri bir toprak parçası olmadığından, Osmanlı ile iyi geçinmenin yollarını aradılar.
Abdülhamit döneminde ilk çetecilik olaylarını Ermeniler başlatmıştı. Ermeni çetelere karşı Laz ve Kürt çeteciler karşılık veriyordu.
Daha sonra Osmanlı devleti Ermeni çetelerine karşı çok sert tedbirler almaya başlayınca; Osmanlı Yahudileri Ermenilere yardımda bulunmaya başladı.
Girit ve Yunanistan’da ayaklanmalar olup, Selanik Körfezinde, Yunan savaş gemileri saldırı yapma tehdidi ile dolaşmaya başlayınca, Osmanlı Yunan’a karşı savaş ilan etmişti. Bu durum İstanbul’daki Rumlarında hareketlenmesini sağlamıştı.
Ermeniler ve Rumlar Osmanlıya tavır almaya başlayınca; Abdülhamit, Osmanlı devlet ideolojisini, Müslümanlık üzerine inşa etmeye karar vermiştir. Savunmanın sadece İslam’a yaslanılarak sağlanabileceğini varsaymıştı.
Sanayileşme olmadığı için milli olma ve milletleşme olamıyordu. Müslümanlığın Türklükten önce gelmesi ve Türk düşmanlığının da asıl sebebi buydu.
İslam’ın politikleşmesi ve Politik İslam’ın devletin içinde örgütlenmesinin derinleşmesi bu döneme isabet eder.
Ondan öncelerinde, sivil Osmanlı diyebileceğimiz eşit vatandaşlık ve azınlıkların devlet içindeki varlıkları ile doğrudan çatışmalar olmamıştır.
Bu dönemde, Osmanlı Yahudileri daha çok arabulucu rolü üstlenmişler ve hatta 1877 Osmanlı Rus savaşında Yahudi gençler orduya yazılmıştır.
Ancak hem İzmir’de yaşayan hem Selanik’te yaşayan Osmanlı Yahudileri her zaman Osmanlıdan yana tavır koymamışlardır. Hep sivil toplumculuğu ve eşit yurttaş haklarını savunmuşladır.
Azınlıklar Osmanlıdan birer ikişer toprak koparıp, bağımsızlık ilanı yaptıkça, Osmanlıda, İslamcılık akımları hızlanmıştır.
Abdülhamit Jurnalciliğinin en hızlı olduğu dönemler de bu dönemlerdir. Sırbistan, Karadağ ve Rus savaşları…
İslamcılığın ve Jurnalciliğin yükselmesi yapısal bir durumdur. Çünkü millet olma yerine cemaat olma öne çıkınca, kurumsal yapılar öne çıkamamış, merkeziyetçilik ve otoriterlik çözüm sanılmıştır.
Osmanlının Abdülhamit dönemiyle, 2003 yılından beri işbaşında olan siyasal İslam’ın çözüm arayışlarının benzer olması tesadüfi değildir.
Cumhuriyetin kurduğu kurumlarla savaşın asıl sebebi cemaatçi anlayıştan kaynaklanmaktadır. Kurumsallaşma ve cemaatleşme birbiri ile çatışan temellere dayanır. Birincisi kurumlara dayanır ikincisi keyfiyete dayanır.
Eğitim de bu kurumsallaşmanın ana ögelerini öğreten kurumdur. Atatürk’ün öğretisi ve öğretim kurumları kurumsallaşmayı önceleyen öğretidir.
Hayatın dayattığı cemaat değil, kurumsallaşma yani organizasyondur.
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com