Sanatkarlık, askerlik, öğretmenlik, yazarlık gibi şeyler meslek değil aslında birer ruhtur.
Bu öyle bir şey ki bazen Aşık Veysel’in sazının tellerinde” benim sadık dostum kara topraktır” diye dile gelir. Bazen öğretmenin tebeşirinde, aydınlığın ışığı, aklı olur. Bazen yorgun bir köylünün alın terinde inçi gibi parlar. Bir genç kızın yanaklarında gamze, annemin yüreğinde hasret olur. Bazen, alçakça iftiralarla isnatlarla Yüce Türk Ordusunun kahraman komutanlarına, vatanseverlerine alçakça kumpas kurulduğunda ve onların eşleri, çocukları, çileye mahkum olduğunda, sessiz çığlık meydanlarında en sert bir şekilde emperyalizmin çirkin yüzüne haykıran o kahramanların sıkılan yumrukların da görürsünüz o ruhu!
Çanakkale de vatan savunması yaparken iki yüz altmış kilo topu topun namlusuna koyan Seyit Onbaşının kollarında, lise çağında, henüz bıyığı yeni terlemiş delikanlının, düşmana nişan alırken tetiği çeken parmaklarında görürsün o ruhu!
Büyük Atamız, İngiliz Donanmasının arasından geçerek, Bandırma Vapurunun güvertesinde arkadaşlarına: “Biz Anadolu’ya gidiyoruz oraya sadece silah ve cephane değil aynı zamanda imanımızı ve Türklüğün ruhunu da götüreceğiz” diyordu.
Vatanın namusuna, şerefine leke sürülmesin diye eksi otuz derece soğukta, geceleyin, Karasudan Zap Suyu’na giden yolda, ay ışığında yol alırken, dudaklarında şiir olur o ruh:
Dolunay azaplığında vatanımın,
Ay örgüsü saçlarına vurgun düşmüşüm.
Alın yazımızda vatan ve bayrak, şehitlik yazılmış,
En güzel türküyü kurşun söyler özüme,
Ola ki Tendürek ağıdı, Cudi, Kabar türkülerinde Muhabbeti bulurum bir zaman,
Şahadet aslanlarının savaşında.
Ölümsüzlük, şehitlik, bayrak hilalinde can veren kan veren yiğitler,
Yar gönlümüze düşende çıktık dağların başına,
Karanlık gecede, el uzattık hilale,
Vurgun yedik seher rüzgârında,
Gurbet türkülerinde selamettik yar diyarına,
Savaş türkülerinde kendimizi bulduk,
Vatan türküsüyle toy eyledik her zaman,
Kürşat baskınlarında, şahadetime destur verilirken,
Tekbir-i ilahi ki bayrağındaki iman,
Vatan olası gönül neylerim, neylerim, sensiz acep?
Seninle gezerim ŞAVŞATI KARS’I,
Seninle inerim Bingölken VAN’A
Muş’tan el ederim ADIYAMAN’A.
En deli sevdaları yaşarım, pusuya geçerken
Keleş sesinde yas tutarım ölen şehitlerin ardından.
Divanesi olduğum Anadolu ‘da gezerken,
NASİBİM BİR KURŞUN OLUPTA,
DÜŞERSEM TOPRAĞA,
EĞER, EĞER, EĞER TOPĞRAĞIM AÇMIŞSA BAĞRINI,
DAMLA, DAMLA DÜŞÜYORSA TOPRAĞA KAN,
BAYRAKLARA SARILIYORSA TABUTLAR,
ANALAR, ANALAR AĞLIYORSA…
İLGİNÇ EVLERİNİN ARDI SIRA,
GELİNLER, GELİNLER YAS TUTUYORSA
YAZIKLAR OLSUN BU DÜŞMANA!!!!!!!.. Diyordu isimsiz bir askerimiz.
ÇANAKKALE
Aynı anda dokuz ayrı cephede,
Dokuz cephenin, ayrı ayrı dokuz yerinde,
Dokuz çeşit düşmanla çarpışıyordu.
Çanakkale yanıyordu.
Dağlar Türk doğuruyordu!
Her taraf toz dumandı,
Bir adam iki gündür açtı,
Bir parça ekmek buldu,
Tam ağzına getirecekti ki
“Ben zaten öleceğim
bu ekmeği başka birine
verin” dedi
Ekmeği yemeden öldü!
Her taraf yaralıydı,
Babası hastanede doktordu,
Bağırsakları elinde,
“Baba beni tanımadın mı” diye sordu
“Sıraya geç konuşma!”
O çocuk sırada son nefesini verdi,
Doktorun gözünden iki damla yaş düştü!
Çünkü oradakilerin hepsi evladıydı,
Çünkü adalet, milletin imanıydı!
Çanakkaleyi Çanakkale yapan ruh buydu,
Çünkü, dağlarda, tepelerde, ovalarda,
Eller avucunu açmış, diller amin diyordu.
Birisi canını verince öbürü yerini dolduruyordu.
Cepheyi hiç boş bırakmıyordu.
Çünkü,
Düşerken yere, toprağı öpüyordu!
Unutmayın çocuklar:
Birileri nefesini verdiği için
Biz burada nefes alıyoruz.
Onları, kalbinizin bir köşesinde tutarsanız,
Eğlenmek hakkınız,
Yoksa, gücenir, üzülür ruhları,
Dalgalanmaz bayrağımız!..
Milletleri ayakta tutan bu ruhtur. Haksızlık, hukuksuzluk karşısında vicdanları harekete geçiren bu ruhtur!
Ezilen horlanan mazlum insanları zulme kaşı ayaklandıran o ruhtur!
Bu ruh “Ben Türküm” diyen insanlarda daha daha güçlüdür.
Onun için benim, milletimin yükselmesinde, yücelmesinde ve yaşaması konusunda zerre kadar endişem yoktur.
Yusuf YILMAZ