Türk halk şiirinin, adından sıkça söz ettiren en gür seslerinden biri olan üstad Abdurrahim Karakoç, 7 Nisan 1932’de Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Cela köyünde dünyaya gelmişti. Babası Ümmet, İstiklal Savaşı gazilerindendi. Karakoç, ailenin beş erkek çocuğunun ikincisiydi. İlkokulu köyünde bitiren Karakoç, eğitimine devam edememiştir. Çünkü o zamanki mevcut şartlar bugünle kıyaslanamayacak kadar kötüydü.
Karakoç ailesi şiire adanan insanlarla doludur. “Şairlik bu ailede irsiydi” dersek sanırım yanılmış olmayız. Zira şairin dedesi Karakoçoğulları sülalesine mensup “Balcı Fakı” olarak tanınan Mehmet Efendi bu ailenin şair ruhlu insanlarının ilkidir. Okuma yazmayı sonradan öğrenen baba Ümmet Karakoç da dahil olmak üzere, aile fertlerinin hemen hepsinin şiirle bir şekilde ilişkisi vardır.
Fakat ülke genelinde şöhret kazanan ve şiirleri geniş kitlelerce okunan isimler olarak Abdurrahim Karakoç’la, ağabeyi Bahaettin Karakoç’u görüyoruz. Soyadı benzerliği olmasına rağmen Sezai Karakoç’la herhangi bir akrabalık ilişkileri yoktur. Merhum Abdurrahim Karakoç, Anadolu insanının sesi ve yüreğiydi. Bu güzel coğrafyanın vicdanı onda atıyordu. Acıları, hüzünleri, sevdaları Anadolu insanıyla müşterekti.
O, baştan ayağa kadar her şeyiyle yerliydi, bizimdi, bizdendi. Hiçbir zaman geçici bir heves uğruna ecnebi akımlardan etkilenmedi. Zamana uyup politik davranmadı. Mevlana’nın tabiriyle olduğu gibi göründü, göründüğü gibi de oldu. Bu samimi duruşu sayesinde hep sevildi, sayıldı ve hürmet gördü. Fakat her insan gibi onu da sevmeyenler ve fikrine saygı duymayanlar da vardı.
Zaten herkesin sevdiği insan olmak ne mümkündür, ne de gereklidir. Karakoç’un halk tarzındaki şiirlerine tamamen millî ve İslamî renkler hâkimdi. O şiiriyle bir çeşit tebliğ vazifesini de görüyordu. Zira düşüncelerini şiirine başarıyla yansıtıyordu. Halkımız onu daha çok, Musa Eroğlu’nun bestelediği “Mihriban” şiiriyle tanısa da o, duygu ve fikir yoğunluğu bakımından bunun çok daha fevkinde şiirler kaleme almıştır.
Fakat sığlığımızın bir yansıması olarak ona “Mihriban Türküsünün Şairi” der geçeriz. Merhum Abdurrahim Karakoç şuurlu bir Türk milliyetçisiydi. Fakat o hiçbir zaman ırkçılığa meyletmedi. Türk-İslam ülküsünü en iyi idrak eden vatan sevdalılarından biriydi kendisi…
Onun düşüncesini ve hayata bakış açısını öğrenmek isteyenlerin oğlunun adını öğrenmeleri bile yeterlidir. O, oğluna “Türk İslam” adını koyacak kadar bu davaya yürekten sevdalı biriydi. 1990 öncesinde Türk kökenli milletlerin Rus ve Çin zulmü altında yaşaması, onu derinden üzmüştü.
Bu derin üzüntünün akislerini şu mısralarında görmek mümkündür: “Bilir misin gardaş Türk illerinde / Havada yıldızlar dağda kar üşür / Tutsak soydaşların türkülerinde / Dört mevsim ötede bir bahar üşür // Ezanlar buz tutmuş minarelerde / Yaylalar dermiş ki töremiz nerde / Yolların hasretle bittiği yerde / Her dağ yamacında bir mezar üşür // Ses verir aktıkça ağlarcasına / Göl olur gözyaşı gönül tasına / Her sabah kuşların uyanmasına / Her köyün bağrında bir pınar üşür // Kara pas bağlamış ozan dilleri / Ayıya in olmuş Bozkurt illeri / Ulu Tanrısına açmış kolları / Kökü Türklük olan bir çınar üşür.”