Canım öğretmenim, öğretmenim canım benim,
Canım benim, canım benim.
Seni ben pek çok, pek çok severim…
Bu kadar mı yalan söylenir kardeşim, yok efendim canım öğretmenim gel bak seni nasıl se-verim. Canım öğretmenim benim, seni ben pek çok, pek çok severim! Öğretmen, acı bakar nasıl sevildiğini anlamaya çalışır. Zorluklarla geçen meslek hayatı ve onca yıllık. tecrübesine dayanarak, söylenenlerin gerçekliğini algılamakta zorlanır öğretmen. İyi güzel canınızım, ben sizin biricik öğretmeninizim, beni çok seviyorsunuz tamam da bu sevginizi birazcık bana da hissettirirseniz çok sevinir, ben de sizi çok severim, hem de pek çok severim.
İkili ilişkilerde olsun, aile içi ilişkilerde olsun karşımızdaki insana anlam yüklü, ruhu aklı okşayıcı, etkileyici sözler söylemeyi severiz. “Seni seviyorum” zaman zaman veya her zaman duymak istediğimiz, işitmekten hiç bıkmadığımız iki kelime değil midir? Seni seviyorum diye yaklaştığınız insana, sevginizi yalnızca sözlerinizle değil, davranışlarınızla da göster-meniz farz olur artık. Çünkü şu cevabı da duymanız kaçınılmazdır aksi takdirde; Sevdiğini söyleyip duruyorsun, o zaman seviyormuş gibi davran. Beni sevdiğini hissetmiyorum, sadece konuşup duruyorsun, iş icraata gelince sıfıra sıfır, elde var sıfır!..
Eksik sosyal güvenceleri, gelir dağılımı eşitsizlikleri ve dengesiz çalışma koşulları sebebi ile pek de mutlu sayılmaz canım öğretmenlerimiz. Bu bakımdan çok, pek çok sevildiklerini de doğrusu gerçekçi bulmuyorlar. Getirisi olmayan anma törenleri, klişeleşmiş, sıkıcı, özel gün kutlamaları, yapılmış olsun, aman atlanmış olmasın mantığı ile gerçekleştiriliyor. Oysa onlar bizleri gerçekten sevdiklerini, zorlu ve katlanılmaz yaşam koşullarına rağmen, görevlerini aşkla yaptıklarından kanıtlamış olmuyorlar mı? Bizim görevimiz de, bu fedakar, cefakar ve her şeye rağmen inançlarını kaybetmeyen özel insanları rahat ettirmek değil midir?
Azimle ne varsa dağarcıklarında, ne birikmişse ruhlarında aktarmak, hem de hoşgörü ve sevgiyle aktarmak kolay bir iş değil. On beş yıldır kıyısından köşesinden, bilumum devlet okulu ve özel okullarda eğitmenlik ve öğretmenlik yapmaktayım. Yani ezbere ve haybeye konuşmuyorum. Tek istekleri, geçim derdi düşünmeden, hayal dünyalarını ve bilgi birikimlerini dibine kadar öğrencilerine yansıtmak, geri dönüşlerin hazzını yaşamak. Peki bu kadar zor mu onların bu isteklerini gerçekleştirmek. Köşkler, yalılar, son model arabalar ve şatafatlı bir tatlı hayat, onlardan o kadar uzak mesafede seyrediyor ki, bakabilene aşk olsun… Zaten böyle bir istek yada beklentileri de yok ayrıca.
Sen bir ana sen bir baba…
Her şey oldun, artık bana…
Öğretmenim canım benim, canım benim…
Seni ben pek çok, pek çok severim…
24 Kasım öğretmenler günü, her sene olduğu gibi bu sene de, etkinlikler ve kutlamalarla geldi geçti. Belki ufak tefek değişiklikler olabilir, kutlama mekanı veya yapılan etkinliğin içeriği zenginleştirilip, farklılaştırılabilir ama değişmeyen tek şey söylediğimiz “Canım öğretmenim” şarkısıdır. Öğretmeni, yeri geldiğinde bir anaya, duruma göre bir babaya benzeten bu nadide şarkımız, canım öğretmenlerimizi duygulandırmaktan öte bir işlev taşımamaktadır.
Dünyanın en duygulu, en iyi niyetli, en hoşgörü ve öngörü sahibi öğretmen milleti inanın bizim ülkemizde. Bunu yalakalık olsun diye söylemiyorum. Şöyle ki her türlü eğitim-öğretim eksikliğine, fırsat eşitsiz-liğine rağmen kendilerini geliştirmek ve yenilemek için tamamen kendi imkanlarını kullanarak zorlu bir gayret ve bitmez bir çaba içindeler.
Bizzat gözlemlediğim bir durumdan söz ediyorum. Ben “drama” eğitmeni olarak çeşitli okullarda görev yapmaktayım. Okul yönetimi çocuklar için, okul içi etkinlik olarak tiyatro ve drama gibi halk oyunları gibi çeşitli aktiviteler düzenliyor.
Gittiğim tüm okullarda abartısız bir çok öğretmen bir araya gelip, drama çalışması yapmak istediklerini ilettiler. Her defasında saygı ve takdir duygusu ve tarif edilemez bir coşku yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Kışın soğukta ısınmayı, üst baş derdini, dengeli beslenmeyi yani kaliteli ve insana yakışır bir yaşam olanağı araştıran ek işlerde çalışan bir çok muhteşem öğretmen arkadaşlar edindim her defasında. Bunun yanında, beden dillerini geliştirmenin, mimik ve jestlerini kullanmayı öğrenip, kendilerini yeni ve taze beyinlere daha doğru ifade etmenin zorunluluğu ve bilinci ile zaman ve bütçe ayırmaları başlı başına bir azim ve tutku değil midir?
Öğretmenlerimizi sevelim, çok sevelim ama sevdiğimizi de davranış katkılarımızla görünür hale getirelim. Geleceği yönlendirmek, yoğurmak ve şekillendirmek taze beyinleri bütün mesleklerden daha kutsal ve hayati değil midir? Hadi verin elele o zaman, onların düşlerini gerçek kılalım, yarınlarımızı kelebekler gibi öz gür ve rengarenk kuralım…