Toplum olarak insani damarlarımızda bir noksanlık var! Gerim gerim geriliyoruz. Gün olmuyor ki, kötü bir haberle karşılaşmayalım. Suratlarımız gergin, her an pimi çekilmiş birer bomba gibiyiz. Nerede ne yapacağımız hiç belli değil. Bir gün otobüste, bir gün sokakta bir kadına saldırıyoruz. Birbirimize ağıza alınmayacak küfürler arasında saldırıyoruz. Cinayetin işlenmediği gün yok. Artık gazetelerin üçüncü sayfaları da yetmiyor bu cinnetimize…
Yazıma Ceren Damar’la başlamak istiyorum. Bir öğrencisi tarafından kopya çektiğini gördüğü için çalışma ofisinde öldürülüyor. Ceren daha 26 yaşında umut vaat eden bir akademisyendi. Eşinin de söylediği gibi o bir eğitim şehidi idi. Mutlaka hepimiz öğrencilik yıllarında kopya çekmişizdir. Ve yakalandığımız da olmuştur yüz kızarıklığımızda. Ama o yıllarda ben hiç duymadım bu nedenle öğretmenine saldırıp onu öldüren öğrencisini…
Okullarımız son yıllarda disiplinden oldukça uzaklaştı. Öğrenciler artık okulların sıralarında zapt edilemiyor. İzlediğimiz ilginç videolarda arka sıralarda öğretmen tahtada dersini anlatırken, bira içerek keyif yapan öğrencileri gördükçe üzüntüm tavan yapıyor! Öğretmenler korkuyor. Ve öğrencilere bulaşmak istemiyorlar. Derslerini anlatıp geçiyorlar. Öğrencilerimiz neden bu hale geldi? Tabi ki bunun bir çok nedenleri var. Şimdi burada bu konuya girmeye kalkmış olsak sayfalar dolusu sorun ortaya serilir. 26 yaşında öldürülen Ceren’in eşi Levent Şener, tabutun başında yaptığı konuşmada insanlığa ders verdi. “… Benim eşim bir eğitim şehididir. Ben bu acıyı 26 yaşında yaşadım. Eşim her zaman doğru bildiğini yapan, kurallara uyan, işini dört dörtlük yapmaya çalışan bir insandı. Kimseye iftira atmaz ve hakkında kötü konuşmazdı. Kötülüğün kötülüğü yenemeyeceğini, her zaman iyilikle hareket etmeliyiz. Benim genç arkadaşlardan küçük bir istirhamım var. Arkadaşlar, bunu söylemek benim haddime düşmez ama iyi bir hukukçu, iyi bir mühendis, iyi bir doktor değil, iyi bir insan olmaya çalışın.”
Makamlar geçicidir. Ona oturanlar bir anda kişiliklerini değiştirenler olabileceği gibi adaletli yönetimleriyle örnek olanlarda bulunmakta. İşte adaletli olmayan yönetimlerde sorunlar öylesine büyüyor ve insanlar öylesine bunalıma giriyor ki, bir zaman geliyor, bu bunalım cinnete bile dönüşebiliyor. Yakın zamanda Rize’de bir emniyet müdürü tayin nedeniyle bir polis tarafından makamında öldürülmüştü. Bunun gibi daha önce birçok olay olmuştu. Mobbingle karşı karşıya kalan çalışanlar, ufak bir cinnetle önüne geleni öldürebiliyor. Liderlik, Başbakanlık, bakanlık, müdürlük bunlar hep gelip geçici makamlar. Önemli olan o makamda ne kadar dürüst çalıştığımızdır. Ve astlarımıza nasıl iyi birer örnek olduğumuzdur. İşte bunu da o makamdan ayrıldığınızda ve yalnız kaldığınızda anlayacaksınız. Onun için tüm yöneticilere tavsiyem, ne iş yaparsanız yapın, adaletli olun…
Dedik ya ‘sinirli bir toplum olduk çıktık.’ diye… Beline silahı yerleştiren, arabasının koltuk altına levyeyi koyan, yumruğunu sıkan, bir anda dayı kesilebiliyor. Belki de karşılıklı konuşulup anlaşılacak yerde, gözleri dönmüş bir halde insanlar birbirine saldırıp bir anda hayatlarını karartabiliyorlar. Pala da bunlardan birisi… Eline alıp sallayan sallayana! Kayseri’de bir trafik magandası tam 18 aracı birbirine kattıktan sonra eline aldığı palası ile çevresine tehditler savurarak sevgilisiyle birlikte kayıplara karışmış. Girin Google’a bu haberlerden öylesine çok var ki, hangi birisini yazayım?
Bireysel silahlanma önümüzdeki en büyük tehlike! Bugün ruhsatlı silahlar dışında kim bilir kaç kişide ruhsatsız tabanca var. Sanırım cezaların hafifliği insanları buna itiyor. Türkiye’de son 10 yılda ruhsatlı tabancalar ile 25 bin 547, ruhsatsız tabancalarla da 152.123 suç işlenmiş. Cezası mı birçoğu para! Devlet öncelikle buna çare bulmalıdır. Ruhsatsız tabancalar insanların ellerinden alınmalıdır ve hapis cezaları da oldukça artırılmalıdır. Geçen seçimlerde gördük. Sevincinden eline o ağır silahları alıp havaya ateş açanlar, sevinmek için mi, yoksa bir mesaj vermek için mi o silahları kullanmıştı bilinmez! Devlet onların peşine düşüp gerekli cezalarını verdi mi? O da bilinmez! Yine düğün derneklerde havaya ateş açılarak onlarca kişinin yaralanmasına neden olanlar bulunuyor mu? Bilinmez ama buna da bir çare bulmamız elzem oldu.
Kadınlarımız, birçok çocuğun ilk öğretmenidir ve evlerinde eğitmenidir. Çocukken hepimiz masumuz. Ancak büyüdükçe saatin zembereği kopmuş gibi değişiveriyoruz. Bizi bu hale kim ve kimler getiriyordu? Ekonomiyi ellerinde bulunduran siyasilerin bunda payı ne kadardı? Eğitimsizliğin payı da var mıydı? Eşler birbirini mi değiştiriyordu? Çevrenin etkisi ne kadardı? Alın size bir araştırma konusu daha. Hiç bunları televizyonlarda tartışıyor muyuz? Hayır! Varsa yoksa dizilerin anlamsız hali. Oradaki çarpık ilişkilere meraklanıp bir sonraki diziyi bekliyoruz…
Şiddet ve cinsiyetçiliği tetikleyen bir medya ile karşı karşıyayız. “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”, “Çukur”, “Kurtlar Vadisi” gibi mafya türü diziler bugün gençliğe idol olup onları farklı davranışlara itmiştir ve itmeye de devam etmektedir.
Eskiden Türk Filmlerini saçma da olsa izlerdik. Onlarda sevgiyi ve aşkların en anlamlısını bulduk. Bunu Bursa Kitap Fuarı’na gelen Türkan Şoray’a kitaplarımızı karşılıklı imzalarken de söylemiştim.
Kadınlarımız dedik… Dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlar hayatın yükünü omuzlarında çekiyorlar. Kadına yönelik cinayette istatistikleri zorluyoruz. Son 15 yılda 6500’ü aşkın kadın cinayete kurban gitmiş. Ve onlarca aile darmadağın olmuş. Her dört saatte bir kadın ise tecavüze uğruyor. 2009-11 yılları arasında 29.980 tecavüz suçu işlenmiş. Bir de adli mercilere yansımayan aile içi ensest durumları var ki, bu da oldukça feci bir durum!
Şiddetten söz açmışken gelin suç oranlarına bir göz atalım. 2002 yılında tutuklu ve hükümlü sayısı 59.187 iken, bugün bu rakamın 2018 yılı sonu itibariyle 275 bini bulacağı belirtilmekte. Hapishanelere mahkûm yetişmiyor. Koridorlarda yatanlar yataklara sığmıyorlar. Avrupa’da hapishaneler kapanırken, bizler 45 yeni hapishane inşa ediyoruz!
Gelelim hırsızlık ve dolandırıcılık konusuna… Bu da ülkemizde almış başını gidiyor. Eskiden dükkân kapılarının önüne bir tabure koyup camiye gidenler, bugün dükkânlarını sıkı sıkıya kapatıyorlar. Kepenk, kamera gibi önlemler alınmasına rağmen bunlar hırsıza önlem mi? Tabi ki değil. Adamlar öyle organize geliyorlar ki, birkaç dakika da dükkânı boşaltıveriyorlar. Evler keza öyle. 2017 yılında 102.743 hırsızlık olayı olmuş. Ya kayıtlara geçmeyenler? Hırsızlar artık rahat. Kanunlar onların lehine… İçeri girip çıkanlar artık sayılarını unutuyorlar. Dolandırıcılık da keza öyle… Ama dolandırıcılar hırsızlardan biraz daha şanslı. Zira dolandırıcı değerlerinizi sizin rızanız olarak almış göründüğünden cezaları da o derece hafif oluyor! Uyuşturucu deseniz, ülkemizde vahim bir durum olmaya devam ediyor. Polisler çetelere, baskın üstüne baskın yapıyor ancak, nedense bunun önüne bir türlü geçilemiyor. İçişleri Bakanlığının verilerine göre, 2016 yılında 39.948 esrar olayı gerçekleşmiş, bu olaylarda 54.788 şüpheli yakalanmış ve 146.954 kg esrar maddesi ele geçirilmiş. 8.179 eroin olayı gerçekleşmiş, bu olaylarda ise 12.091 şüpheli yakalanmış ve 5.585 kg eroin maddesi ele geçirilmiş. Kokain, Ecstasy, Captagon, Metamfetamin gibi diğer uyuşturucularda da durum değişmiyor. Yani vahim bir tablo!
Uyuşturucudan söz açılmışken, anti-deprasan ilaçlar kullanımında hiç iyi değiliz! Bunalımdayız, sinirli bir yapımız var ve her an herkese çatıyoruz, demiştik. Ülkemiz, 145 ülke arasında mutsuzlukta sondan dördüncü ülke konumunda. Hâl böyle olunca, her on kişiden biri mecburen anti-deprasan ilaçları kullanmak zorunda kalıyor. Son beş yılda tam 12 milyon 158 bin kutu ilaç tüketmişiz. İlaç firmaları kim bilir ne kadar ellerini ovuşturuyorlardır, değil mi?
Düşünebiliyor musunuz her yıl 600 milyondan fazla insanımız hastaneye gidiyor. Acile gidenlerin sayısı da 100 milyonu aşıyor. Sağlıksız toplum olduk çıktık. Nasıl olmayalım? Yediklerimiz doğal değil, her bir ürün tarım ilaç deposu ve katkı maddesiyle dolu. Çevrenize bakın, denizler, nehirler, dereler kirlenmiş bir halde. Yediğimiz balıkların sağlıklı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Ya tavukların antibiyotiksiz ve gezdiğini mi? Yediğiniz ithal etlerin nasıl geldiğini biliyor musunuz? Gemilerde kendi dışkılarıyla ve sağlıksız koşullarda… Geçenlerde bir akademisyen üzerinde çalıştıkları kanser araştırmasının raporunu kamuoyu ile paylaştı diye hakkında soruşturma açılıp, neden açıkladın diye, 12 yıl ceza talebi dile getiriliyor. Toplumdan daha kim bilir hangi gerçekler saklanıyor!
Sağlık dedik de aklıma Hastanelerdeki şiddet olayları geldi. Burada da şiddet durmuyor. Hastasını getiren biran önce iyileştirilmesini istiyor. Çokbilmişler gibi neredeyse doktorları kendi istekleri doğrultusunda tehditle yönlendirecekler! Doktorlar rahat çalışamıyor. Kimisi mermerle, kimisi jilet ve bıçaklarla, kimisi de kaldırım taşlarıyla saldırıya uğruyorlar. Maalesef eğitim yoksunu bir toplumuz. Nerede ne yapacağımız hiç belli olmuyor.
Dedik ya şiddet toplumuyuz. Güneyimizde savaş devam ediyor ve birçoğumuzun da; ‘onlara hastanelerde iltimas geçiliyor.’ , ‘bizler işsizken onlara memur olmada öncelik tanınıyor.’ , ‘onların gençleri sahillerde gezerken, bizim askerlerimiz Suriye’de çarpışıyor.’ dediğimiz Suriyelileri ülkemizde ağırlıyoruz. Yıllar geçti artık ağırlamaktan öte, ülkemiz vatandaşı oldular. Şu anda bu rakamın üç buçuk milyon olduğu ve her geçen gün nüfusların ülkemiz nüfus yapısını değiştireceğinden söz edilmektedir. Çocukların ise iki milyonu bulduğu belirtilmektedir. Bunlardan yalnızca yarısı okula gidebiliyor ve diğerleri nerelerde dersiniz? Birçoğu ya araçların arasında, ya da cami önlerinde dilenmektedirler. Hiç düşündünüz mü onların büyüdüklerinde nasıl olacaklarını? Terör örgütlerinin kurbanları olabilir mi? Suç oranlarını artırabilirler mi? İşte bu konu üzerinde de oldukça kafa yormamız gerekecek. Zira zaman ülkemiz aleyhine işlemeye devam etmektedir. Maalesef bir Pakistan ve Afganistan gerçeği önümüzdedir.
Gençlerimiz… İşte Ceren’i öldüren de bir gençti. Onun da idealleri vardı. Onun ailesi de ondan çok şey bekliyordu. Okulunu bitirip iyi bir iş sahibi olmasını ve yuva kurarak kendilerine bir torun vermesini istiyordu mutlaka… Ve bunun gibi milyonlarca gencimiz var. Hepsi umutla yaşıyor. Bunlar ne durumdalar? Onların ruh hallerinden anlayabiliyor muyuz? Onlara gereği gibi sevgi verebildik mi? Maddi yönden nasıllar? Gelecek kaygıları var mı? İşsizlik onları ne kadar korkutuyor? Sorular… Sorular… Ve yanıtları zor olan sorular…
Bu gençleri bu hale kimler getirdi? Aileleri mi yoksa siyasiler mi? Her akşam haberleri izlemeyenimiz yoktur belki de… Kimisi iktidardan yana, kimisi de gerçeklerden yana… Ama onların kanallarında siyasiler var ki, sormayın gitsin. Kimisinin ağzında “Alçak, müfteri, şerefsiz” gibi daha birçok ağır sözleri birbirlerine söylediler ve söylemeye de devam ediyorlar. Kimi zaman sanatçılara, kimi zaman bilim insanlarına söylediler ağır sözleri… Onları izlerken gerildik! Bir siyasetçi konuşmalarıyla, davranışlarıyla ve eylemleriyle örnek olmalıdır topluma. Bu tür çekişmeler her iki partiye gönül verenlere hiçbir zaman fayda sağlamaz. Toplum ayrıştıkça yabancı güçler ellerini ovuştururlar. Böyle durumlarda diyalog çok önemlidir. Farklı TV kanallarında gazetecilerin farklı farklı yorumlarla hiçbir yere varılmayacağı aşikârdır. Bunu 12 Eylül öncesi yaşadık. Siyasilerin gerilmeleri topluma da yansımış ve insanları birbirlerini öldürme derecesine kadar getirmişlerdi. Şimdilerde oraya doğru gidiyoruz. Artık akrabalar birbirine zıtlaşmaya başladı. Küsüp birbirlerini aramaz oldular. Bir araya gelseler bile, sevgi sözcükleri yerine iğneleyici sözler havada dolaşıyor. Oysaki bizlerin daha güzel konularda sohbetler etmemiz gerekir. Bir sanatı konuşamaz olduk. Futbol fanatiğinden çok, siyasi fanatik olduk çıktık! Bu durum bir gün gelecek bizlere mutlaka zarar verecektir.
Siyasiler başta olmak üzere herkes bir köşeye çekilip iki elinin arasına o güzel kafasını alıp ,”Ben nerede yanlış yapıyorum?” diye kendilerine sorması gerekir!
Bunun yanıtını bulup, “Sevgi” sözcüğü beynimizde dolanmaya başladığında, toplum daha farklı olacaktır. Fikirlerimiz ne olursa olsun, birbirimize saygılı olduğumuz ve sevgimizi gösterdiğimiz süre, her şey daha kolay olacaktır.
Ertuğrul Erdoğan
Beşocakikibinondokuz.