Birkaç gün önce Ankara’da açıklamalarda bulunan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım dörtlü zirve yaptık” dedi.
***
Dörtlü zirve katılımcısının üçü ülke olarak anılırken, Türkiye, “şahsım” olarak ifade edildi. Bu bir dil sürçmesi midir?
Erdoğan’ın siyaset diline, pratiklerine baktığımızda bunun bir dil sürçmesi olmadığı ve tam da kendini ülkeyle özdeşleştiren bir zihniyetin ürünü olduğu görülmekte. Kendisi için “reis” gibi faşist bir jargonla hitabı içselleştiren biri, kendini bu ülkenin sahibi olarak görme yanılsamasına düşer.
***
Fakat bu salt görmekle sınırlı değil. Gerçekten uygulamada da böyle. Erdoğan ne diyorsa, o oluyor. Bürokrasiden yargıya, bankacılıktan ekonomiye, iç politikadan dış politikaya, eğitimden ormancılığa, madencilikten çevreye, yatırım yerlerinden santrallere, vergilerden zamlara… şimdilerde tekrar ısıtılan Kanal yapımına kadar.
Bütün bunlar da gösteriyor ki, bu ülkede “tek adam rejimi” var. Dünya siyasi tarihinde böylesi rejimlerin hangi siyasi yapıya denk geldiği üzerine çok sayıda örnek var.
***
İktidarın ‘sarhoş’ edici ve güç zehirlenmesi etkisinden söz edilir. İktidar olgusunun böylesi olumsuzluklara yataklık ettiği doğrudur. Ancak bu durum, iktidarda olan herkes için geçerli değildir.
İktidarlar aynı zamanda bireysel narsizmlerin toplumsal narsizme dönüşerek, kendilerini saklaması için en uygun yapılardır.
***
Ünlü psikanalist ve felsefeci Erich Fromm “Topluluk narsizmini görebilmek bireysel narsizmi görebilmekten daha zordur. Birisinin çıkıp da başkalarına şunu söylediğini düşünelim: ‘Ben (ve benim ailem) dünyanın en üstün insanlarıyız; bizden temiz, bizden zeki, bizden iyi, bizden dürüst insan yoktur; öteki insanların hepsi pis, aptal, ahlaksız ve sorumsuzdur. Pek çok kimse bu insanın kaba, dengesiz, giderek deli olduğunu düşünecektir. Oysa bağnaz bir konuşmacı, kitlenin karşısına çıkıp da ‘ben’ ve ‘benim ailem’ yerine ulus (yada ırk, din, siyasal parti vb.) koyarak bir konuşma yaparsa ülkesini, Tanrı’yı vb. seven bir insan olarak övülecek, değerli bulunacaktır…yüceltilen topluluğun içinde her bireyin kişisel narsizmi doğrulanacak, milyonlarca kişinin paylaştığı bu yargılar akla uygunmuş gibi görünecektir. (…pek çok insanın gözünde akla uygunluk yargısını akıl değil, toplumun onayı belirler.)…” (Sevginin ve Şiddetin Kaynağı – Payel Yay. Syf. 72)
***
Birey aslında birey olamadığından, cemaatin (bunu yalnızca dini topluluk anlamında kullanmıyorum.) edilgen bir üyesi olarak, yaratıcılıktan uzak, kendi değersizliğini örtmek için kendini ulus, din, ırk gibi toplumsal kavramlarla ifade eder. Çünkü o kavramlar böylesi toplumlarda kişiler için birer güvence ve zırh işlevi görür. Artık o bir Hristiyan’dır, Müslüman’dır, Türk’tür, Ari ırk Cermen’dir vs. Böylesi kişiler devletlerin makbul vatandaşlarıdır!
***
Temel sorunlarını çözememiş bir toplumda, sorunlardan kaynaklanabilecek eleştirilerin, huzursuzlukların, kalkışmaların önünü kesebilmek için toplumsal narsizm körüklenir. Ekonomik ve kültürel gerilik içinde bulunan insanlar, o topluluğun bir üyesi olarak toplumsal narsizmin verdiği haz ve kıvançla düşman bayrağı üzerinde tepinerek, kukla yakarak, bina taşlayarak, düşman bellediği bir ülkenin vatandaşını döverek veya markası o ülkeye ait bir malı kırarak doyum sağlarlar. Ülkemizde daha yakın bir zaman önce, hepsi aynı zamanda birer karikatür örneği olan onlarca olay yaşandı.
***
Toplumsal narsisizmin simgeleri haline getirilmiş bayrak, Tanrı, din, imparator, önder vb. kavramlara karşı eleştirel bir tavır alış, çoğu zaman efsunlanmış bu kitlelerde öfke patlamaları yaratır.
***
Narsist hastalığının bir öğesi de, aşırı narsist bir topluluğun kendini özdeşleştireceği bir önder bulmak istemesidir. Bireysel narsisizm, bu öndere boyun eğmede kendini devam ettirir. Çünkü önderin güçlü olduğu inancı, kendinin de güçlü olduğunun kanıtı olarak algılanır. Hâlbuki bu tam bir yanılgı olup, kendi güçsüzlüğünü gizlemenin bir yoludur. Bu kişilerin pisliği halının altına süpürmekle ortalığı temizlediğini sananlardan bir farkı yoktur.
***
Erdoğan’a “Reis” diyerek kendilerine bir önder bulanlar, tam bir biat kültürünün örneğini sergilemekteyken, biat edilen “Reis” ise, kendini toplumsal narsizmle ifade etmeyi az bulmuş olacak ki, bu kez de toplumsal narsizminin yanında bireysel narsizmini de ifşa etmekte. Sürekli “Benim milletim, benim…, benim…” diye konuşması, hitap ettiği kesimin kendi aitliğinde olduğunu ifade ederek, öznesini o kesim üzerinde hakim kılmanın dışavurumudur. Şimdilik kaydıyla son olarak, Türkiye’yi “şahsım” diye söylemesi, bireysel narsizminin tavan yaptığını göstermektedir.
Bu halet-i ruhiyenin nerede başlayıp nerede duracağı belirsizdir.