“Cehalete sarılmanın, dogma ve hurafelerden medet umar hale gelmenin altında, sorgulama kültürünü yıkmaya çalışan fesatçının, fırsatçının, hayının üstüne “kitap ile düş ile” yeterince yürüyememiş olmanın kaybedilmiş savaşı mı yatıyor?” deyip bu hayıflanma ile bitirmiştik söyleşimizin I. bölümünü.
Sorumuzun 2. bölümü de şu: Düşünsel gelişimde en etkin yeri olan kitaplarla dostluğumuz ne durumda? Aydınımızda bile görür olduğumuz “vaktim yok” mazeretinin arkasına sığınma kaçışının bu yalanı nasıl rahatlatır ki vicdanları?
Kişiyi günlük hayatın ortaya koyduğu sıkıntılardan uzaklaştıran, acıları unutturan, sorunları çözmede rehberlik eden, geçmişi öğreterek geleceğin kurgulanmasında en etkin rolü oynayan en vefalı, en aydınlık dost, kitaplara hayatında yer veremeyenlere takılacak “aydın” sıfatı, o sözün özüne ihanet değilse nedir?
Bir taraftan, 15. yy ikinci yarısında icadedilen matbaanın ülkemize 300 yıl sonra girmesindeki gafletten yakınır, bugünün gerikalmışlığının suçunu bu gecikmeye bağlarız, diğer yandan, bu günün hazır olanaklarından yararlanmaya kör bakarız.
Oysa uygarlık tarihinin matbaanın icadıyla başladığını hepimiz biliriz. Ve ülke de kitap okuma oranlarının uygarlık düzeyinin çok önemli bir ölçütü olduğunu da biliriz. Bunlara rağmen kitaplarla dost olmayı birtürlü beceremeyiz.
Ve şimdi soruyorum: 12 Eylül faşizmi ülkede milyonlarca kitap yakıp imha etti.. ettirdi. Kitaplarla dost olamadığından yaptı bunu. Kitaplara dost olanları düşman ilan etti. Şu dönemde kitaplarla hala dostluk kurmada sorunlarımız –ihmallerimiz demek daha doğru- versa, hala 12 Eylül faşizmine hizmet ediyor değil miyiz?
Yönetimler, kitapları bombalardan daha etkin tehlike olarak görüyorsa, kitaplara dost olamamakla o karanlık aşıkı yönetimlerle paralelliğe düşmüş olmuyor muyuz?
Arkadaşlar.. Dostlar… Aydınlar;
İki satırlık bir alntıyı kocaman bir renkli kare içinde paylaşımlar onlarca paylaşım, yüzlerce beğeni alırken, kitap üzerine bu söyleşimin paylaşımı yine 3 – 5’de, beğenisi 10 -15’de kalacak. Bunu biliyorum. Belki benim hak ettiğim bu kadardır. Ne var ki; kitap dostluğunun hak ettiği bu kadarcık değil. Kitaplara dost olamayan kişi aydınlığa, insanlığa, iyiye, güzele ve doğruya nasıl dost olabilir ki?. Farklı kitapların ortaya koyduğu farklı düşüncelerden haberdar olamayan kişi, farklı düşüncelere höşgörüyle nasıl bakabilir ki?. Şayet bu gün ülkemizin en derin hastalığı hoşgörüsüzlük ise, bunun altında yatan ana faktör kitaplarla kurulamayan dostluk değil midir?.
Kitaplar, aydınlık yarınlara ulaşmayı sağlayacak en dirayetli köprüler ise, köprüleri hepten atıp karanlıklara – hurafelere – bağnazlığa – köleliğe – sömürüye – diktaya – hukuksuzluğa sürüklemek isteyenlerin karşısına, I. bölümde Ahmet Arif’ten aktardıklarımızı hatırlatarak dikilmenin zamanı gelmedi mi hala!?:
*
“Yürü üstüne üstüne
fırsatçının, fesatçının, hayının…
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile, diş ile
umut ile, sevda ile, düş ile…” (Ahmet Arif)
DEVAM EDECEK….
23 Ocak 2018
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci -DENİZLİ