10 BÖLÜM 1 KISIM
12 Eylül 1980 ve sonrası yaşadıklarım.
Günler günleri kovalarken, Türkiye’nin her yerinde gençler bir birini öldürüyor ve her şehirde kan gövdeyi götürüyordu. Bir hiç uğruna sağ, sol çatışmaları devam ediyor, kardeş kardeşi öldürüyordu. Gençler bir birini düşman bellemiş ve ölümüne savaşıyorlardı. O günlerde, benimde içinde bulunduğum ortamda, can güvenliği diye bir şey kalmamıştı. Her an her şey olabilirdi. Bir takım ticari işlerim nedeniyle Koçköy’ünde kalmak zorundaydım. Keşke çok önceden tayin isteyip bir başka ile gidebilseydim. Ne yazık ki bunu bir türlü yapamadım. Yinede her ihtimali düşünerek, Kars’ta kendime ait bir ev yaptırmıştım. 1979’da Kars merkez okullarının birisine sıra tayin istemiştim. 1980 Eylül’ünde sıram gelmiş. Tayinim Ziyapaşa İlkokuluna çıkmıştı. Kars’ta yeni görevime başlama hazırlığı içindeyken, 12 Eylül 1980 ihtilalı kapımı çaldı.
Cuma günü sabahın erken saatinde şoför Dursun’un otobüsüyle Arpaçay’a gitmek için yola çıktım. Arpaçay’a girişte jandarmalar tarafından otobüsün önü kesilerek, durduruldu. İhtilal yapıldı, denildi. Bu nedenle sokağa çıkma yasağı ilan edildi. İlçeye giremezsiniz. Ya geriye döneceksiniz, ya da sizleri yasak kalkana kadar bu alanda tutmamız gerekecek. Şimdi tercih sizin denildi. Bu söz üzerine, şoför arabayı gerisin geriye çevirdi ve köye geldik. Eve gelir gelmez de televizyonumu açtım ve haberleri dinlemeye başladım. Birkaç dakika sonra Kenan Evren’in konuşmasıyla, ihtilalin gerçek olduğunu öğrenmiş oldum.
O anda aklıma ilk gelen şimdi fırsatçılarıma gün doğdu oldu. Sayın Köyişleri ve Tarım Bakanı Bahri Dağdaş’ın taşlanmasında rol alanlar şimdi yine sahneye iner, beni yeni başka bir suçla ihbar ederler diye aklımdan geçirdim. O gün bana kumpas kurup başarı göstermeyenler, şimdi sahneye yeniden çıkabilirler diye, düşünmeye başladım. Ne hazin bir durum ki, beni yok etmek isteyenlere iftira güneşi doğmuştu. Bu adamlar benden bir türlü vaz geçmezler. Şimdi beni daha başka türlü gammazlarlar. Kendi kendime her İhtimale karşı birtakım tedbirler alıp, evin eksikleri tamamlamaya başlama kararını verdim.
Günlerden cumartesiydi, erken kalktım, evin acil ihtiyacı olan ne varsa alıp getirdim. Bu davranışıma eşim ve çocuklarım şaşırsa da, kendilerine herhangi bir açıklama yapmadım. Oturduğum ev toprak damlı olduğundan, salonunun bir atması kırılmıştı ve her an çökebilirdi. O atmayı da değiştirmek için bir usta çağırttım. Kırılan yerin tamamını söktürüp değiştirttim. Bu işlemden sonra, odaların ve ahırın damlarının zayıf olan toprağını güçlendirdim. Her ihtimale karşı bir durum söz konusu olursa, çocuklar mağdur olmasın diye düşüyor ve ona göre geçicide olsa, tedbir almış bulundum. Böylece cumartesi günü içinde çok önemli gördüğüm işleri yapıp tamamladım. Pazartesi okullar açılacağından, günüde okulu eğitim- öğretime hazırlamayı planladım. O gayeyle erken kahvaltımı yaptıktan sonra, okula gittim. Okuldaki çalışmaları başlattım.
Saat on gibiydi, köyün okula doğru bakan semtini mavi pareli komando askerlerinin sardığını gördüm. Askerlerin bir takım evlere koşuşturmalarını müdür odasının penceresinden izlemeye başladım. O esnada ortaokul memuru olan kişinin evine girdiler ve aldılar. Sonrasında müstahdem olan, kişinin evine girerek, onu da aldılar. Bir baktım bir grup komando askerleri okulun bulunduğu alana doğru koşarak geliyorlar. İşte korktuğum başıma geldi demeye başladım. Bunlar şimdide beni almaya geliyorlar, dedim.
Odamın içinde tedirginlik duymuş olsam da, gidip son kez masama oturdum. Birkaç dakika sonra tanıdığım başçavuş ve komando timleri odama girdiler. Başçavuş arkadaşımdı ve çok üzgündü.
İlk sözü, Sayın Müdürüm benim yapacağım bir şey yok, elimden de bir şeyde gelmez. Verilen emir üzerine sizi gözaltına alıp, götürmek zorundayım, dedi.
Bu vaziyet karşısında aklım karıştı. Neden, ben. Ben ne yaptım ki beni almaya geldiniz, diyecek olduysam da o anda sözüm boğazıma kilitlendi ve yüreğim sıkıştı. Bir anlık sessizlik içinde, evet böyle olacağını anlamıştım, dedim.
Komutan neyi tahmin etmiştiniz diye sordu?
Ben cumartesi günü bir takım ihtiyaçlarımızı almaya bakkala gittiğimde, iki kumpasçıdan birisi öğretmen olan kişilerin, Kars’tan gelen otobüsten indiklerini gördüm. Onları görür görmez, bunlar yüzde yüz beni ihbar etmiş olduklarından şüphelenmiştim. O insan müsvedde elerinden şubelendiğime haklıymışım. Bu adamlar yarım bıraktıkları işlerini şimdi tamamlamış oldular. Evet, er ve ya geç olacağı buydu zaten. Beni yok etme pahasına, bu kez de ihtilalı fırsat bildiler. Bu fırsatı kaçırmadan, yalan bir ihbarla beni yine köşeye sıkıştırdılar. Ne yazık ki yapabileceğim bir durum kalmadı. Bu andan sonra elimden de hiç bir şeyde gelmez. Başımı salladım ve helal olsun adamlara, dedim.
Bu söz üzerine, komutan söze girerek, sayın müdürüm benim elimden bir şey gelmez. Buyurun gidelim, dedi.
Yapacak bir şeyim kalmadı, tamam gidelim sayın komutan. Ben zaten böyle bir durumun olabileceği beklentisi içine girmiştim. Sebebine gelince, Tanım ve Köyişleri Bakanına karşı uygulama yapan şahıslardan, her daim zarar gelebilecekmiş. Benim Atatürk Devrimleri ışığında hareket etmemi içlerine sindiremediler. Bu soysuzların kendi düşüncelerine göre, benim Atatürkçülüğüm onlara ağır geliyordu. En sonunda yine yaptıklarını yaptılar. Artık yapabileceğim hiçbir şey kalmadı ve elimden de hiç bir şey gelmez. Madem öyle kelepçenizi takabilirsiniz, deyip ellerimi uzattım. O anda komutanın gözlerinin yaşardığını gördüm. Çünkü bana kurulan kumpası ortaya çıkaran kendisiydi. Bu nedenle benim durumumu kendisinden iyi bilen olamazdı.
Komutan ellerimi iterek, hayır sana ne kelepçe vurur nede vurdurturum. Birlikte gideceğiz, o kadar.
Bu asil davranışına teşekkür ettikten sonra, ama gitmeden, eşimi ve çocuklarımı görmem gerekir. Gerekli olan ihtiyaçlarımı karşılamam için, izin verin evime kadar gideyim, dedim.
Bu sözlerime Başçavuş çok duygulandı. Senin suçsuz olduğunu biliyorum. Senin için her şey yaparım. Ne var ki bu andaki durum her ikimiz içinde risk taşımaktadır, dedi.
Bu sözü söyledikten sonra, arkasını döndü ve cebinden çıkardığı mendiliyle, gözlerinin yaşını silmeye başladı. Sonrasında jandarmalara dönerek, eliyle dereyi gösterdi. Bakın çocuklar, siz ikiniz şu dereyi görüyor musunuz? İşte bu dere boyu görünmeden ve saklanarak gidin! Müdür, eşini ve çocuklarını gördükten sonra, caddeye çıkın! Sakın ha kelepçe vurmayın, anladınız mı, dedi?!..
DEVAM EDECEK
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair