Haddini bilmek, hakkını bilmekle başlar. Hakkını bilen, haddini de bilir.
Herkim haddini bilmiyorsa, her hak kendisinde zannetmesindendir.
Bilgisizliğinin, yada bildiği halde yaptığı densizliğin karşılığı gaflet ve dalalettir.
Her bir şeyi yapma, söyleme, kullanma özgürlüğü; hiçbir kimseye tanınmış hak değilse, had bildirme haddi de hiç kimsenin değildir.
Özgürlükler bağlamında yasaların suç saymadığı bir eylem ve söylem üzerinden, yetkileri ne olursa olsun hiç kimseye had bildirme hakkı tanınmamıştır.
Hukukun hakim olduğu özgür, bağımsız demokratik çağdaş ülkelerde haddini bilmek de, hakkını bilmek de işte buradan başlar. Hem de had bildirmeyi kendisinde hak görenlere, haddini bildirerek!…
Bu had ve hak; kabile devleti aşamasını tamamlamış her ülkenin temel yasalarında, vatandaşını haddini bilmeyenlere karşı koruma adına karar altına alınmıştır.
Bazen baskı ve tehditlerle, bazen hile ve sandık oyunlarıyla birkaç kez değiştirilmiş olmasına rağmen, bizim Anayasamızda da, her nasılsa bu ilke hep korunmuştur: (İyi ki korunmuştur)
“Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.” Der bizim Anayasamız.
“Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.” der bizim Anayasamız. “Yetkili Organ” olarak da ilk etaptan itibaren yasama organını, uygulatma alanı olarak da bağımsız mahkemeleri yetkili kılmıştır.
Devam eder Anayasamız: “Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
*
Gelelim olmaması gerekenler üzerinden olanlara….
Bir kişi kalkar da; “Haddinizi bileceksiniz” derse; bu doğrudan bir tehdittir. Böylesi had bildirme yetkisi Anayasanın hangi maddesinde kime, nasıl tanınmış bir yetki kullanımıdır?
Böyle bir yetki; yasalarla hangi makama tanınmıştır?
Kaynağını Anayasadan almayan böyle bir yetki, “Yetki Aşımı” değilse nedir?
Yetki aşımını kendisine hak görenleri “Haklı” görmek, hukukta suça iştiraktir.
Ben bu suça ortak olmayacağım ve haykıracağım. “Haddini bilmek, hakkını bilmekle başlar!”
Ya da; haddini bilmemek, başkalarına hiçbir hak tanımamakla başlar.
*
YSK… Anayasal bir organ. Kendileri demokrasinin ilk ayağı seçimlerin yasaların belirlediği ilkeler doğrultusunda, usulüne uygun, hakça, uygulamalar adına “Yetkili” kılınmış… Ancak bu yetkinin sınırlarını yasalarla çizmiş. Keyfe bırakmamış.
Şayet bu kurum, kendi yasalarını, kendi içtihatlarını hatta daha üçbeş gün önce aldığı kendi kararlarını dahi çiğneyen kararlar alır bir uygulamanın içine dalmışsa, böyle bir kurumun yasallığı, hem de kendi elleriyle ortadan kalkmış olmaz mı? Bir kurumun kendi yasalarını çiğnemesi yetkililerini “suçlu” kılmaz mı?
Yasal dayanaktan yoksun karar vermeyi kendi hakkı zanneden ve vicdanları kanatan ve karartan böylesi bir karar sonrası “Herkes hakkını da haddini de bilecek” ikazı aslında tam da burası için yeridir.
Dün; trafoların kedisi… Bugün; YSK’nın yedisi… Bu söylem, tarihe bir ironi, bir tekerleme olarak geçmeyecektir. Yüzkarası bir yüksek mahkeme kadarı olarak yerini alacaktır hukuk kitaplarında. Ve kararı bir kez daha okuyanlar; bunlar nasıl hukukçuymuş ki; kendi kararlarını çiğnemekle kalmamışlar iktidarın emrinde hukukun ırzına geçmişler diyeceklerdir.
Böylesi bir “gaflet ve dalalet”le işlenen “suç” sadece bir belediye başkanlığı seçiminin iptali ile sınırlı olmayıp, hukukun ve demokrasinin de içine edildiğinin resmidir.
Torunlarınız; “keşke bizlere mal mülk para bırakacağınıza, tertemiz bir soyad bıraksaydınız” derlerse sızlamayacak mı kemikleriniz yattığınız yerde, birileri adına bunca bir kul hakkını yemişken.
Siz bu kararınızla sadece demokrasinin değil, hukukun dolayısıyla devletin temelinden tuğlaları çekip aldınız.
Oysa bir yüce mahkemenin üyeleri olarak en çok siz bilmeliydiniz “Adalet Devletin Temelidir” ilkesinin anlam ve önemini…
Bu kararınızla, sadece hukuku değil, kendinizi de inkar ettiniz…
Siz bu kararınızla ülkenin itibarını hem dışarıda hem de içerde sıfırladınız..
Bunu hak mı bildiniz, görev mi? Biri diğerinden rezil!. Çünkü güvenin de içine ettiniz!…
Alkışlayanlarınız, size güç veriyor olmasın sakın; sakın gemisini kurtaran kaptan sayılırken dımdızlak sizler kalacaksınız ortalıkta.
Dün FETÖ’yü alkışlayanlardan kaç tanesi var bugün yanlarında!… .
*
Her yönüyle kazanılmış meşru bir seçimin sonucuna birbir zorlama gerekçeyle itiraz eden bir iktidar, asıl kendi meşruluğunu sorgulatır olmuştur sayenizde… Ha sadece bundan ötürü ben de alkışlarım sizi, şayet nihai amacınız bu idiyse.
Bugüne kadar her girdiği seçimi kazanmakla övünen iktidara bu halk bundan böyle nasıl değil, niçin inansın, niçin güvensin? Cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahildir buna… Anayasa oylamaları da, Milletvekili seçimleri de…
Mühürsüz oyları geçerli saydırarak, o gün içine etmiştiniz demokrasinin de, hukukun da.
Yetmedi!… Şimdi ise, böylesi bir meşru seçimi “Haddinizi aşarak” iptal ederek, ettiğinizin(!) üstüne birde tüy diktiniz!…
AMA İNANIYORUZ, EDENİN ETTİĞİ (HEP) YANINA KALMAYACAK
*
Bu ülkede “HERŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK!”
Ama, ne sizler, ne de adına yasaları çiğnedikleriniz için, O GÜZEL GÜNLER, hayırlı olmayacak!…
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ