Hayat ağacımın en kalın, en derine kök salmış koluydu babaannem. Çocukluğumun eksik kalmış taraflarını ustaca tamamlayan, küçük dünyamdaki büyük güç… ‘Beyaz ve yumu-şakla başlayıp biten tüm bilmecelerin bendeki cevabı, güldükçe güzelleşen sabun kokulu dün-yam. Ruhumu sarıp sarmalayan güvenli sığınağım… Bunların hepsi ve daha fazlası benim ba-baannemdi.
Geçmişte kalan büyük aile fotoğraflarımızın babaannem tarafında kalandım ben. Diğer taraftakiler ise meşgul annem, çok çalışan babam ve benden iki yaş küçük hasta erkek karde-şimdi.
Fotoğraflardaki yerime bakıp bakıp üzüldüğüm günlerin çaresizliği, geceleri ağlayarak uyandığım kâbuslara dönüşüyordu çoğu kez. Kardeşim doğduğundan beri, kendi evine terk edilmiş, artık zamanlarda görünür olan küçük bir ruhtum ben. Varla yok arasında…. Yalnız babaannemin güzel sözleri, sevgiyle bakan gözleriyle görünür oluyor, toprağına su dökülen çiçek gibi canlanıyordum. O neredeyse ben de oradaydım. Ev gezmelerinde, çarşıda, yemek yaparken, uyurken, (En sevdiğim) örgüleri için renkli yün çilelerinden yumaklar hazırlarken.
Yün çilesini öne uzattığım kollarıma takar, iplerin açık olan ucunu bulup elinde örgü yumağı sarmaya başlardı. O sardıkça, küçük kollarımı kaplayan çilenin düğümleri çözülerek azalır, babaannemin elinde gittikçe büyüyen göz alıcı yuvarlak bir yumağa dönüşürdü. Boşalan kollarım rahatlardı. Bu şekilde yapılmış renk renk yün yumaklarımız vardı. Sarı, mavi, yeşil, kırmızı… Onları yan yana dizer, üst üste koyar, kendi kendime oynayabileceğim değişik oyun-lar bulurdum. Yün bebek yapmayı bile öğrenmiştim. Her sardığımız yumaktan bir bebek yap-mak âdettendi. Babaannem evdeki işlerini bitirdikten sonra radyosunu açar, örgüsünü eline alır, müzik eşliğinde dinlenmeden örerdi. Ara ara ördüğü kazağı yüzündeki memnuniyet ifade-siyle yukarı kaldırıp bakar, tekrar devam ederdi. Çarpışan demir şişlerin çıkardığı mutluluk tıkırtılarının eşliğinde ben de bebeklerimle oyun dünyama dalardım.
Sakin hâlimden ben hariç herkes hoşnuttu. Bu hoşnutluk içinde zaman geçiyor kimse fotoğraflardaki yanlışı göremiyordu. Ta ki babaannem fark edene kadar. Sonrasında, güçlü varlığını ortaya koyup büyülü elleriyle herkesi ait olduğu yere koydu. Kırmadan, kızmadan ve hissettirmeden.
Yanlış hatırlamıyorsam yedi yaşlarındaydım. Aralık ayının son günlerinin gecelerinden biriydi. Babaannemle aynı odada kalıyorduk. Uykum kaçmış, huzursuzca yatakta bir sağa bir sola dönüyordum. Babaannem oturduğu koltukta, gözlüğü burnunun ucuna düşmüş uyuklu-yordu. Her akşam dinlediği radyosu açık kalmıştı. Radyodan yayılan müziğin rahatlatan sesi odada geziniyordu. Sesler yavaş yavaş etrafımı sarıp, yumuşak bir el gibi göz kapaklarımı ka-pattı.
O gece rüyamda annemi gördüm… Salondaki büyük kırmızı halının göbeğindeki mavi çiçek deseni üzerinde oturuyormuşuz. Bebeklerim de canlıymış güya, hep birlikte oyunlar oy-nuyoruz. Neşe içindeyiz. Etekleri dantelli parlak saten elbiseler giymişiz. Annemle benim sa-çımda pırıl pırıl parlayan prenses tacı var, tıpkı peri masallarındaki gibi. Rengarenk yün bebek-lerim etrafımızda daire oluyorlar. Ayağa kalkıyoruz annemle, el ele tutuşup şarkı söyleyerek dans ediyoruz ortada. Elbiselerimiz havalanıyor döndükçe, eteklerinden ışıklar saçılıyor etra-fa. Öyle mutluyum ki anlatamam! Annemin ince beyaz elleri sıcacık, bal rengi gözleri şefkat dolu. Kucağına alıp sarılıyor bana sımsıkı. Öpüyor, yine sarılıyor. Tam olarak hatırlayamadığım güzel şeyler söylüyor kulağıma. Ben hem gülüyorum hem “Annecim, annecim,” diyerek daha sıkı sarılıyorum boynuna. İçim içime sığmıyor sevinçten. Pembe yanaklarına dokunuyorum; öpüyorum, öpüyorum, yine öpüyorum. Mis gibi hanımeli kokusu geliyor burnuma. Derin derin alıyorum kokusunu içime…… Sobada yanan odunların çıkardığı çıtırtı sesleriyle gözlerim ara-landı. Açmak istemiyordum gözlerimi.
Babaannem her zamanki gibi benden önce kalkmış, yatağının yanındaki koltukta, saç-larıyla uğraşıyordu. Kucağına dökülen, gri saçlarını iki taraflı kemik tarağıyla taradı. Arkadan sıkıca toplayıp her zamanki gibi sıkı bir topuz yaptı. Sıcaktan yanakları al al olmuştu.
Uyandığımı fark etti. Yüzüne yayılan tatlı gülümsemesiyle yanıma gelip başucuma oturdu. Ellerimi birleştirip avuçlarının içine aldı. Her gün olduğu gibi, “Günaydın güzel küçük hanım,” diyerek yanağıma hafif bir öpücük kondurdu. Yeşil gözlerinden yayılan bu sevgi en güzel sözlerden daha anlamlıydı. Fakat gittikçe yerini belli eden başka bir sevginin yokluğunu daha derinden hissettiriyordu bana. Mutluluğum hüznümde eriyip yok oluyordu. Yanan gözlerimi kırpıştırıp mahzunca babaannemin gözlerine bakakaldım. İçimden “Keşke annem de beni böyle sevseydi,” dedim.
Ellerimi avuçlarında tutan babaannemin gözlerindeki gülen ışık soluklaştı. Dudakları gülmekle gülmemek arasındaydı. Yutkundu. Gözleri dolar gibi oldu. Hiç bakmadığı gibi baktı gözlerime bu kez. Avucuna sıkıştırdığı elimi bırakıp yanaklarımı okşadı. O bakışlarda anne sevgisine muhtaç yalnız bir çocuğa duyulan acıma duygusu vardı. Her şeyi gördüğü gibi içim-de ki gizli mutsuzluğu da görmüştü.
Yatağımda doğruldum. Yumuşacık boynuna sarılıp omzuna yasladım başımı. Yavaş yavaş akmaya başladı gözyaşlarım, dayanamayıp bırakıverdim içimde biriktirdiklerimi. Dışarı-da sessizce yağmaya başlayan kar taneleriyle eriyip gitti. Ne kadar ağladığımı bilemiyorum. İkimizde rahatlamıştık.
Yeni giren yılla birlikte fotoğraflardaki yerim de değişmişti. Babaannemle başlayan çocukluğum babaannemle bitmişti. O gün büyümüştüm.