Anadolu… Buram buram tarih kokan, doğası ile insanlara can veren topraklar… İlk buğday ile Güneydoğu Anadolu’da tarımın başladığı ve M.Ö. 12.000 li yıllarda Göktepe’de ilk uygarlığın tohumlarının atıldığı Anadolu… Üzerinde Hititler, Frigler, Urartular, Lidyalılar, Asurlular, Truvalılar, Selçuklular, Bizanslılar ve Osmanlılar gibi birçok uygarlığın yaşadığı topraklar… Ve Atatürk’ün kurduğu yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti adı altında sonsuzluğa kadar devam edecek üç tarafı denizle çevrili topraklar… Dağlar, deseniz, ormanlarıyla bol. Hem de yeşilin birçok tonuyla… Göllerimiz keza öyle. Birbirinden ilginç kuşların cenneti… Nehirler, kıvrım kıvrım şelalelerin coşkuyla akar asırlar boyu… Şırıl şırıl bir gelin edasında süzülen derelerin buz gibi suları ise yanına yaklaşanları serinletir.
Şaka şaka! Bunlar yıllar öncesiydi. Şimdilerde bu güzellikleri bulmamız oldukça zor. Başka ülkelerin elleri, tarihin sürecinde olduğu gibi hep ülkemizin üzerinde… ‘İçinde yaşayanlara fitne sokarak nasıl etkisiz hale getirip de ele geçirebiliriz.’ diye, yıllardır uğraşıp duruyorlar. Ancak, onların yapamadıklarını biz kendi kendimize, doğamıza ihanet ederek, insanlarımızı siyasetle ayrıştırarak yapıyoruz. Dağlarımızdaki ormanları katlederek altın gibi madenler arattırıyoruz yabancı şirketlere! HES’lerle dünyanın damarları olan derelerimizi kurutuyoruz! Millet Bahçeleri adı altında dünyanın en temiz göllerine ihanet ediyoruz! Neden? Sırf buralara işletmeler kurulsun, birilerine peşkeş çekelim, diye! Neden? Çünkü üretimden yoksun ülkemizde boşalan bütçeyi doldurabilmek için…
Anadolu uygarlıklarının özenle koruyup bize sundukları doğayı talan etmek; yazıktır, günahtır, ihanettir!
Son zamanlarda sosyal medyada, o yemyeşil ormanların yanmış hali yanı sıra altın arama veya taş ocaklarını işleten şirketlerce kelleştirilmiş hallerini üzülerek görüyoruz. Ancak elimizden bir şey gelmiyor değil mi? Tek yaptığımız, parmaklarımızla telefonlarımızdaki o görüntüyü yukarı doğru itekleyip, aşağıdaki bambaşka görüntülere bakmak oluyor!
Bu yazımda sizleri, o güzelim doğanın ve eşsiz coğrafyamızın önce büyülü dünyasına, sonra da onlara nasıl ihanet ettiğimize götüreceğim. Buyurun yolculuğumuza…
Kaz Dağları’nı duymayanınız yoktur. Anadolu’nun en güzel yerlerinden birisi desek, yanılmayız. Her mevsim temiz havası ile oksijen deposu. Nerede mi? Çanakkale’den Balıkesir Edremit’e kadar uzanan sıra dağlar… Sadece bu yörede yetişen yirmi bir çeşit farklı bitki, dünyanın başka bir yerinde yok. Tarihte “İda” adını alan bu dağların ağaçları ile Truva Atı yapılmış. Burası aynı zamanda Mitolojiye de ev sahipliği yapmış. Hera, Afrodit ve Athena’nın da aralarında bulunduğu tarihin ilk güzellik yarışması burada yapılmış. Efsaneye göre bu yarışı Afrodit kazanmış. Yine başka bir mitoloji hikâyesine göre, Kral Primos’un İda Dağları’nda ölüme terk ettiği oğlu Paris bir ayı tarafından emilerek büyütülmüştür. Ve bahsettiğim o güzellik yarışmasına da Zeus tarafından jüri üyeliği yaptırılmıştır. Dağ’daki Skamados denilen bir çay vardır ki, suyunun özelliği, içinde yıkanılan koyun ve keçi gibi hayvanların yünlerine parlaklık vermesidir. Paris’in huzuruna çıkacak üç güzelin de bu çayda yıkandıkları mitoloji kaynakları yazar.
Bu güzellikleri anlattıktan sonra Kaz Dağları’nda neler oluyor, ona bakalım.
Burada “Kirazlı Altın Madeni Projesi” kapsamında Çet Raporu’nda 45 bin ağacın kesilmesi belirtilmesine rağmen araştırmacılar, 195 bin ağacın, Bakanlık ise 15 bin ağacın kesildiğini belirtmişlerdir.
Altın nasıl çıkar?
Altını çıkarmanın yolu siyanür kullanmaktan geçiyor. Siyanür de zehirli bir maddedir. Bu zehirin 0,2 gramı bir insanı birkaç dakika içinde öldürmeye yetiyor. Siyanürle altın bulma 1880’li yıllarda kullanılmış. Bu zehirli madde kullanılırken yer altı sularına karışmaması mümkün değil. Doğal olarak yer altı suları da tarımda kullanıldığından insanların yedikleri ürünlerden zehirlenerek kanser gibi hastalıklara yakalanması da mümkün görünüyor. Ülkemizde yılda 600 milyondan fazla insanın hastanelere gittiklerini ve şehir dışına yaptırılan devasa hastaneler nedeniyle kapanan hastanelerin müşteri odaklı hizmet vereceklerini uzun uzadıya yazmak istemiyorum. Zira bu konuyu sitemde “Şehir Hastanelerine Yolculuk” başlığı altında bir öyküm ile yayımlamıştım. İlgilenenler http://ertugrulerdogan.com/kisa-oykulerim/sehir-hastanesine-yolculuk/ linkinden okuyabilirler.
Kaz Dağları şimdilerde bir altın uğruna katlediliyor! Burada maden aramaya izin verildi ve kesilen ağaçlarla talan edildiği gibi siyanür de yer altı sularına karışmaya devam etmektedir. Burayı iktidarın izni ile kim mi, talan ediyor? Kanadalı Alomos Gold Şirketi’nin taşeron firması Doğu Biga Madencilik Şirketi!
Bir başka doğa harikamız Salda Gölü. Burdur’da bulunan bu göl, dünyanın en temiz gölleri arasında. 1989 yılında “Doğal Sit Alanı” ilan edilmiş. Türkiye’nin Maldivler’i olarak da anılıyor. Mars yüzey özelliklerine sahip. Göl, tektonik bir kriter gölü olduğundan, suyu ve kumunun yapısında; soda, kil ve magnezyum bulunduğu için bazı cilt hastalıklarına da iyi geliyormuş. Yazın sular çekildiğinde gölün ortasında yedi beyaz ada meydana çıkıyor. Bu üç milyon yıllık tarihi alanın çevresinde terlikle dahi gezilmemesinin gerektiği sakıncalı görülürken bu gölün çevresine başka yer yokmuş gibi, Millet Bahçesi yapılması için karar çıkmış! Doğanın korunacağını söylemişler. Ancak siz öyle zannedin! Yarın inşaatlar başladığında, buraya gelenlere otopark’ tan başlayıp ‘ziyaretçilerin aç kalmamaları için restoran açmak gerek.’ diyeceklerdir. Sonra etrafın pisliği derken o güzelim doğa harikasını paçavraya çevireceklerdir!
Talan yalnız doğaya mı? Tabi ki hayır! Tarihi eserlere yenileme adı altında neler yaptıklarını görüyoruz. Yaptıkları tam bir ucube… O tarihi mekânlar birilerine peşkeş çekilerek önüne konulan masalarda yenen yemekler ve İstanbul’daki Kapalı Çarşı’nın girişine asılan bir et firmasının reklamı gibi daha neler neler! Bu da ayrı bir yazı konusu olur. Biz doğaya yapılan katliamlara devam edelim.
Kaz Dağları, Salda Gölü’ne yapılan katliamlar derken, yurdumuzun diğer yöreleri doğallığını koruyabiliyor mu? Hayır! Karadeniz’de; Hopa’dan Bartın’a kadar doğayı katledilmeye devam ediliyor.
Yaylalarımızın o tablo güzelliğindeki manzaralarına beton karıştı! İhanet karıştı! Dereler HES için kurutuldu. Köylüler ayakta ve isyandalar. Onlara destek çıkan vatandaş ve sivil toplum kuruluşları ile derelerin kurumamaları için direniyorlar. Zaman zaman jandarma ve polisle karşı karşıya geliyorlar. Bir anne aralarından isyan ediyor! “Bir bardak çay fiyatına, bir kilo çay veriyoruz…” diye… Bugün, göl gibi doğa güzelliği olan yerlerin kıyıcığına kurulan işletmelere bir uğrayın. Fiyat listeleri fahişliği bırakın, orospuya dönmüş! Bir bardak limonata 17, kahve 14 ve çay ise 6 Tl. Anne ne kadar isyan etse haklı! Boşuna talan etmiyorlar! Pazarın payı ballı kaymaklı!
Sırf bu işletmeler için doğayı alabildiğine talan etmeye devam ediyorlar. Üretimden mahrum edilen bütçeyi doldurabilmek için siyanürle altın arıyorlar ve halkın sağlığı ile oynayarak ihanet ediyorlar!
Ormanlarımızda çıkartılan yangınlara ne dersiniz? Onların kazayla çıktığına inanıyor musunuz? Ben inanmıyorum! İnceleyin orman yangını çıkan yerleri, hepsinin üstüne villayı kondurmuşlar; işletmeler ise kıyıcığında para basıyor!
Talanlar bitiyor mu? Bitmez! “A.O.Ç” Bu logoyu görünce aklıma Ankara’daki yaşantım gelir. Az mı, bu marka sütleri içip, yoğurtlarını tükettik. Atatürk Orman Çiftliği Ankaralıların hafta sonları dinlence yerlerinden birisiydi. Hafta sonu piknik için gelinir, orada hayvanat bahçesi ziyaret edilir ve ekranların olmadığı dönemlerde görmediğimiz hayvanları seyretmek bize çok ilginç gelirdi. Atatürk’ün Selanik’teki evinin bir modelini de görüp ziyaret etmek ise Atayı görmek gibi bir şeydi! Burası 1925 tarafından Atatürk tarafından kurulmuş ve Anadolu’nun ziraatine de önderlik etmiştir. 1922 yılında 1. sit alanı ilan edilmiş daha sonra 3. sit alanı yapılarak önce saray yapıldı. Daha sonra ABD’ne Büyükelçilik binası için büyük bir alan satıldı. Şimdilerde ise “Tarımsal Üretim Alanı” adı altında kiralama yöntemi ile 555 bin metrekare alan TEBA Vakfına ait Medipol Üniversite ve Hastanelerine verildi. Peki, hastane ve üniversite kime ait? Sahibi Fahrettin Koca. Bu şahıs aynı zamanda Erdoğan Ailesi’nin de doktorudur ve Sağlık Bakanı’dır (nokta.)
Yakında A.O.Ç gibi bir değer kalmayacaktır. Tıpkı statlarda, havaalanlarında, caddelerde, Kültür Merkezleri’nde olduğu gibi “Atatürk” ismini yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlar ve yapmaya da devam ediyorlar.
Yazdıklarımı alt alta toplayın. Sonuç ne çıkıyor? Talan ve İhanet değil mi? Onlar devam etsin ihanet etmeye! Bizler de bir vatandaş olarak seyretmeye devam edelim!
Gelecekte çocuklarımız, hepimizi “Doğa İhanetçileri” olarak kötü anacaklardır!
Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.
Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.
Yayın Kurulu
Kent Akademisi Dergisi
Ayın Kitabı
Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,
Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.