Sevgili okurlarım, birinci ve ikinci öykü yazılarında dilenciliğin iki yönünden bahsetmiştim. Bu yazımda da, dilenciliğin başlı başına bir sektör haline geldiğini anlatmaya çalışacağım.
Kapitalizmin hâkim olduğu ekonomilerde ve sistemlerde, öncelikle insanların duyguları şükre alıştırılır. Yani dünyada ne yaparsan yap, rızık Allah tarafından tayin edilmektedir diye öğretilir. Bu öğretide, kişi hiçbir zaman bir başkasının kazancına göz koymaz ve koymamalıdır tezi işlenir. Bu düşünce ve davranış dışında herhangi bir harekete kalkmış olunursa veya teşebbüs edilirse, Allah nezdinde günah işlemiş olur diye anlatılır veya öğretilir. Bu gibi söylemlerin haricinde, bu ve buna benzer söylemler sürekli olarak dilde tutulur. Çocuklara küçük yaşlardan itibaren aile içinde bu ve buna benzer düşünceler öğretilir. Okullarda ise bu çocuklara, öğretmenleri tarafından ise pozitif düşünce ışığında, dilenciliğin bir insanlık ayıbı olduğu anlatılır. Hatta emeksiz kazanç sağlamanın utanç kaynağı olduğu bilgisi her daim yeri geldikçe anlatılır ve öğretilir. Bu iki anlatım türü toplumun büyük bir çoğunluk tarafından kabul görür ve görmektedir.
Aslında öğretilmesi gereken düşünce, ister aile içinde isterse okullarda olsun çalışma hayatı içinde yer alınması öğretilmelidir. Hatta toplumun can ve mal güvenliği kavratılmalıdır. Dini çok iyi bilen kişilerde, “ helâlı-haramı” bu esasa göre dilendirmelidirler. Hatta emek harici hiçbir kişinin ve kuruluşun malında, kazancında göz dikilmemeli. Herkesin işi ve aşının olmazsa olmazları sağlanmalıdır. Böylece insanlar, emeğe saygı duyarak, hiçbir kişi ve zümreye muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürmedirler. Öğreti bu esaslar kavramı içinde olmalıdır. ne yazık ki olmadığından, bakın nasıl bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
Toplumumuzun sosyal yarası olan dilencilik olayı bazı kişiler tarafından insanların dini duyguları kullanılarak, dilencilik yardımını aldıklarını görmekteyiz. Ne yazık ki kimi kişiler kendi kişisel alışkanlığını sürdürmekte olduğu gibi, bir kısım kişilerde gizli bir sektöre bağlı olarak dilencilik yaptırılmaktadır. Hatta bu sektörü işleten kişiler, evden kaçan çocuklara yöneldiği gibi, kimsesiz ve sokak çocuklarını da yanlarına alarak, dilencilik eğitimini verdikten sonra sokakların çeşitli yerlerine yerleştirerek, dilencilik yaptırılmaktadırlar.
Böyle bir sektörün oluştuğunu veya oluşturulduğunu, zaman zaman çeşitli gazetelerde çıkan yazılardan öğrenmekteyiz. Hatta belediye zabıta memurlarının denetimleri sonucunda, yakaladıkları dilencilerden alınan ifadelerden öğrenmiş bulunmaktayım. Günümüze baktığımda, dilencilik ülkemizin en büyük sosyal yararlarından biri haline gelmiş olduğunu görmekteyim.
Bu olumsuzluğun biran önce önüne geçilmesi kaçınılmaz bir durumdur. Bu olumsuzluğun önüne geçilebilmesi içinde, devlet insanların refah seviyesini düzeltici önlemleri alması şarttır. İşsizliğin ortadan kaldırılması için yeni iş kollarının kurulması veya kurdurulması yanında, toprağa bağlı çalışma hayatını teşvik etme yoluna gidilmesi gereklidir. Bu gibi önlemler alınmadıktan sonra, işsizliğin önüne geçilemeyecek ve dilencilik olayını da ortadan kaldırılması imkânsız olacaktır. Ülkemizde ister keyfi dilencilik, ister sektörel dilencilik olsun, insanların ekonomik yaşamı düzene sokulmadığı sürece, dilenciliğin önüne geçilmesi imkânsızdır. Bu durumda kendi dilencilerimize alışmışken, üstüne üstlük birde yabancı uyruklu insanların dilenmesi ile karşı karşıya kaldık.
Sosyal bir yara olarak karşımızda duran ve kangren haline gelmiş bulunan dilencilik olayıyla çözüm bulunmalı. Bu durumun önüne geçebilmek içinde, işsizlik olayına ise zaman kayıp edilmeden bir çare bulunmalıdır.
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair