Ruhlarımızdaki manevî kirleri silip gönüllerimizin pasını zımparalayan muhabbet erlerinden birisidir bundan 810 yıl evvel dünyaya gelen Mevlâna… O, yediden yetmişe kadar Türk milletinin kucakladığı ve benimsediği bir aşk çağlayanıdır. Gönül bahçelerimizin iri gülüdür bu Hakk ve hakikat dostu. Onun kitabında sevgi ve hoşgörü kavramları altın yaldızlı harflerle yazılmıştır. Muhkem yürek kalelerinin burçlarında sevgi bayrağı dalgalanır onun.
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Bu yıl Mevlâna’yı ölümünün 744. yıldönümünde büyük bir hüzünle anıyoruz. İyi ki dünyamızı şereflendirmiş bu gönül dostu. Zira onun olmadığı bir dünya ne kadar da eksik olurdu. Mevlâna’nın Mesnevi’sinin olmadığı bir kütüphane ne kadar da boş kalırdı. Onunla cilalanmayan yürekler bir harabeden farksız olurdu.
Onun 25 bini aşkın beyitten oluşan Mesnevi’si bir birlik dükkânıdır; fitne ve fesadı yok eden manevî dermanların toplandığı eczanedir. Bunu “Mesnevi’miz, birlik dükkânıdır; birden başka ne belirirse puttur.” diyerek vurgulamıştır. Bu dükkânın vitrinlerinde aşk, sevgi, hoşgörü, vefa, ilim ve muhabbet sergilenir. Bunların alıcıları, aynı zamanda satıcılarıdır.
Hakikat odur ki gönül adamları ölümden korkmazlar. Çünkü onlara göre gerçek anlamda ölüm yoktur. Bizim ölüm dediğimiz şey, gurbetten asli vatana göçüştür. Mevlâna da bu anlayıştan yola çıkarak ölümü bir vuslat olarak görmüştür. Ölümü, kulun Allah’ına ulaştığı sevimli bir an olarak nitelendirmiştir. Onun içindir ki ölümü olgunlukla ve büyük bir ruh genişliği içerisinde karşılamıştır Mevlâna. Dostun dosta vuslatı bayram değil de nedir?
Mevlâna, ölüm vaktine ‘şeb-i arus’(düğün gecesi) demiştir. O, kabri temsili bir mekân olarak kabul etmiştir. Onun içindir ki “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir” diyerek ölümsüzlüğün imanlı gönüllere girerek sağlanabileceği hakikatini teslim etmiştir. Gerçekten de dediği gibi kendisi imanlı gönüllerde yaşayarak bugünlere kadar ulaşabilmiştir. Sesinin yankısı 8 asır sonrasında duyulabilmiştir.
Mevlâna sevgi ve hoşgörü anahtarının bütün kapıları açabileceğine yürekten inanmıştır. Bunun canlı örneklerini bizzat yaşayarak müşahede etmiştir. Bununla ilgili olarak söylediği şu güzel sözler sevgi tılsımının gücünü ortaya koymaktadır: “Sevgiden acılıklar tatlılaşır. Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hâle gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.”
Aşk adamıdır Mevlâna… Fakat Mevlâna’nın aşkını beşerî aşklarla karıştırmayalım sakın… O, bütün aşkların ilâhî aşktan neşet ettiğine inanan ve eşyaya o gözle bakan engin ruhlu bir gönül eridir. Allah aşkını yüreğinin merkezine yerleştiren Mevlâna, varlığa da Allah’ın mahlûku olması açısından hikmetle bakmıştır. Her şeyi muhabbet penceresinden seyretmiştir Mevlâna… Onu anlamak için hayata ve cümle varlığa bu açıdan bakmak gerekir.
Aşktan mahrum gönülleri virane olarak görmüştür Mevlâna… Aşkı her şeyin ön şartı olarak kabul etmiştir. Aşka gönül alfabesinin ‘elif’i gözüyle bakmıştır. Her beytine aşkın ruhaniyetini sindirmiştir. Bir beytinde “Aşkı olmayan kişi, ne de zevksizdir ya; bir sevgilisi olmayan kişi, ne de ölüdür ya. Aşktan diri olmak gerek, ölüde iş yok. Diri kimdir, bilir misin? Aşktan doğan kişi… Aşkın eteğine yapış, onun eteği keremdir, ihsandır; ondan başka kimsecikler kurtaramaz seni yabancılıktan. Aşk, güzellik padişahının damına çıkılacak bir merdivendir; sen gel de miraç hakikatini aşığın yüzünden oku.” diyor, Hz. Mevlâna… Mevlâna Hazretlerini, vefatının 744. sene-i devriyesinde rahmet ve minnetle anıyoruz.