Sayın Başbakan;
(Hep oluyordu da, bari bu kez öğretmelerin huzurunda, hem de 24 Kasım’da olamayaydı da, bir emekli öğretmen de size yazma gereği duymayaydı)
Biz öğretmenlerin birincil görevi öğretmektir. Mesleğimize öğretmenlik, bizlere de öğretmen denilmiş. Kayıtsız kalmak olmaz, şayet “öğretmenim” diyorsa biri. Bu mektup da böyle birinin eseri.
Her şeyi bilmeyiz. Ama doğru bildiklerimiz doğru öğrenilsin, doğru yerde doğru zamanda, doğru biçimde kullanılsın isteriz.
Yanlışı sevmeyiz… Yanlışa, yanlış deriz. Demeyeni, diyemeyeni de mesleğinde ehil kişi olarak nitelemeyiz. Varsa yanlış yer, zaman ve kişi mefhumunu bir kenara iterek, yanlışı düzeltmeden geçemeyiz. Hatayı görmezlikten gelmeyi mesleğimize ihanet addederiz.
Yanlışı affederiz… Ama doğrusu mutlaka öğrenilsin isteriz. Düzeltmeden geçemeyiz. Kişi hangi yoldan en kolay öğrenecekse sabırla, o yolu seçer o yolu tekrar tekrar deneriz.
Yeri gelir, kopyayı bile affederiz. Kopya çekerken bile öğrensin isteriz…
Büyürken, yükselirken, terfi ve kıdem alırken eksik yönü olmasın isteriz. İşte tam da bu nedenle liyakata sadakattan daha çok önem verilsin isteriz.
Ve asıl önemlisi şuna tahammül edemeyiz: Arkamızdan “seni yetiştiren öğretmenin…” diye başlayan cümleler kurulsun istemeyiz.
İşte bu yüzden doğru bilgiye ulaşmak ve ulaştırmak adına hiçbir gayreti esirgemeyiz.
Biliriz ki;
Üç yüreğimiz vardır bizim…
Birincisi sevgi ile dolu… Cömerttir öğretmen.. İstenenden fazlasını veririz. Vermiyorsa, veremiyorsa, ona “öğretmen” demeyiz.
İkinci yüreği saygı ile doludur öğretmenin… Sevgiye de saygıya da kantar olmaz biliriz. Verdikçe veririz…
“Sevginin saygının hamalıdır öğretmen” deriz… Hoyratça taşımayızz yükümüzü. Özenliyiz.
Bilgi ışık, aydınlık, üçüncü yüreğimiz… Tüm kapıları iyiye, doğruya, güzele açılır üçüncü yüreğin
İşte bu nedenlerle birtek şeye… yanlış bilgiye…hele ki, yanlış bilgilendirmeye tahammül edemeyiz!. Ve o yanlışı düzeltmeden rahat edemeyiz…
Düzeltirken de, bu amir, bu memur, bu çöpçü, bakan, başbakan da demeyiz!…
Çünkü, geçiştirmeye elvermez yüreğimiz!.
Hem, “boş ver!” deyip geçiştirenin, hem de yanlışını düzeltmeyenin, hele ki, yalanı, yanlışı bilgi diye sunmakta sakınca görmeyenin yediği ekmeği içtiği suyu helal etmeyiz!…
*
İşte; Sayın Başbakan, tam da bu nedenlerle; 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle öğretmenlere övgüler düzerken yaptığınız hataları, basite alıp geçiştiremeyiz.
Zira hata bir dil sürçmesi değildi… Bir yorum farkı da değil. İletişim eksikliğinden kaynaklı, yanlış anlaşılmaya dayalı hiç değil!.. Doğrudan bilgi hatası!… Düzeltilmeyen bilgi hatası ayıplıdır!…
Hele ki böylesi bir hata, her sözü medyaya manşet olan birisinden sadır olmuşsa, hele ki bu hata, her öğretmenin gönlünde yer etmiş, dilinden düşürmediği bir şiir üzerinde yapılmışsa, düzeltmeden geçilen bu hata, kahreder öğretmeni.
Sayın Başbakan;
İşte şiirin ilk dörtlüğü… Ki en çok bilineni de bu dörtlüktür o uzun şiirin. Şairi de Ahmet Kutsi Tecer’dir. Cahit Sıtkı Tarancı değil. Her ikisi de Türk Edebiyatının iki kıymetli şairidir.
Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür
Yapılan ilk hata, daha ilk mısraında başlamıştır.
İyisi mi; o uzun konuşmanızın ilgili bölümünü aynen aktararak başlayalım irdelememize.
Ve diyeceklerimizi de peşi sıra sıralayalım:
“Bir yazarımız var; Cahit Sıtkı Tarancı. Öğretmen olmuş, görev yerine gidecek Sivas’ta bir köye. Kış bastırmış, yol yok, iz yok. Köyüne de gitmek istiyor. Fakat o yollar, o kış kıyamet geçit vermiyor. Dizlerinin üzerine çömeliyor ve ağzından şu sözler çıkıyor: Orada bir köy var uzakta. O köy bizim köyümüzdür. Gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür. 780 bin kilometrekare vatan toprağıyla, 50 bin köyüyle, 81 iliyle, ay yıldızlı bayrağıyla bu ülke bizim ülkemizdir, bu topraklar bizim topraklarımızdır.”
* Şiir “orda” diye başlar, “orada” sözcüğü ile değil. Bu basit bir hata değildir, “orada” dendiğinde ölçü tutmaz. Şairine haksızlık olur, bu bir.
* Ne bir tek satırının yerini değiştirebiliriz, ne de bir eklenti yapabiliriz… Bu da şaire haksızlıktan öte, saygısızlık olur, bu iki…
* Hele ki, söze konu edeceğin şiirin şairini bilmemenin ayıbı bir yana,şiiri başka bir şairin adı ile takdim etmek yine bir yana, şiire, olmadık bir fantezi adına öykü katmak, her iki şaire de hem haksızlık hem de ayıp olmanın ötesinde gülünç. Bu da üç!
* Şairden “yazar” diye söz etmek uygun düşmez, zira hem işlev, hem sıfat olarak olarak farklı kavramlardır, bu dört.
* Cahit Sıtkı öğretmen değildir, karda kışta görevyeri köyüne gitmesi, hele diz üstündeki çömelişi fantazik bir uydurmadır. Sağ olsaydı cevabı o nasıl verirdi kestiremiyorum.
* Bir de şu var, zaten 40.000 köyümüz var(dı). Sayenizde büyük çoğunluğu mahalle oldu. Sayı hem yarının altına indi, hem de var olanlar boşaldı. Sayenizde, son üçbeş yılda, köylü nüfusu 20 milyondan 6 milyona düştüğünü kendi kurumunuz TUİK açıklamakta.
Durum, devenin “nerem doğru ki!” cevabını anımsatıyor olması, öğretmen olarak üzüyor beni.
*
Öğretmen der ki;
• Doğruluğundan emin olmadığın bilgiyi toplum önünde kullanma!.
• Söyleyeceklerini bin düşün, bir söyle!. Hatalı söz, kişinin şahsından önce bulunduğu makama halel getirir.
• Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibiymiş gibi davranma!… Ancak doğru bilgi, fikrin temelidir.
• Konuşmalarda, dil aklı değil, akıl dili yönetsin. Dil aklın önüne geçerse hata kaçınılmazdır.
Sayın Başbakan;
“Yakın geçmiş bir zamanda” – hem de mini mini öğrencilerin önünde – “sevgili öğretmenim” yazamadığınızda da üzmüştünüz bizi. Nasıl o gün çevrenizdekiler tarafından doğrusu “öğretildi” ise, bu günün “düzeltimlerini de” o günün olgunluğuyla kabul buyurunuz!.
25 Kasım 2017
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com